Niyeyse artık, şimdi düşününce kendimi sevdirmek için olabilir. “Yakaladığım tüm balıkları senin kovana atacağım” dediğim Ayhan ağabeyi bir daha göremeyeceğimi hissediyor, azıcık zaman geçince yani o anlatana kadar kanser olduğunu bilmiyordum!
“Her yerimi sarmış.”
O gün kirli gri bir gömlek, dizleri eprimiş eski kumaş pantolon. Rengini de yazmak lazım belki ama nedense rengi kalmamış aklımda. Pantolon acaba kaç yıllık diye geçirmiştim içimden. Başkasının olabilir mi? Azıcık büyük gibi! Sağlıklı zamanlarında almıştır, zayıflayınca… Güneşli bir gündü fakat yaz değildi. İlle de mevsimi yazmak gerekir mi? “Zamanın birinde…” diye başlayan masallar güzel. Ayakları çıplaktı, Kıbrıs olta ile kefal yakalıyordu. Dişsiz kefal ekmeğe gelir, ne yapsın?
Bir kefal yakalamak ama göreceksin arkadaş.
Kol gibi!
Denizle, yıllardır üzerine oturduğu kayayla, ceplerine doldurduğu çakıl taşlarıyla, boğazın karşı kıyısıyla, geçen yolcu ve yük gemileriyle, martılarla ve de mavi gökyüzüyle vedalaşır gibi.
Akşam oldu, güneş battı, hava soğudu “Hafta sonu İstanbul'a kontrole gideceğim” dedi, tokalaştık ayrıldık. Aklımda kaldı.
Bir öykünün kahramanı olsun istedim Ayhan ağabey. Oturdum birkaç sayfa karaladım baktım beceremiyorum en iyisi olduğu gibi yazayım dedim.
Laf aramızda yaşandığı gibi anlatmak da zordur. Ya bir şeyler eklenir ya bir şeyler abartılır, unutulur. Aradan yıllar geçince ay şurasını atlamışım olur.
Keşke şöyle yazsaydım olur.
Keşke bir fotoğraf çekseydim olur. Hani kahramanın olmasa bile yakaladığı kefallerin, kovanın…
“Öyle değil mi Dantes?”
Hangi Dantes?
“Edmund Dantes.” Monte Cristo Kontu, adamım! Bir de Abbe Farya var. İtalyan kökenli rahip. Bizim Dantes'in hücre arkadaşı.
Zamanın birinde Dumas'la sohbet etme şansım olsaydı. Keşke deli rahibin romanını yazsaydın derdim. Çok merak ettik fakat Üç Silahşörler de güzel.
Sadece keçilerin olduğu küçük bir adanın Kont'u olmak ister miydiniz diye soracaktım vazgeçtim.
İstemezdiniz.
İsteseydiniz olurdunuz. Kont'u olamasanız bile Dükü! Hadi onu da olamadık sakini, tek yaşayanı, keçilerin çobanı, metruk adanın delisi?
Tercihimizi bir şehirde ve apartman dairesinde yaşamaktan yana kullandık.
Hem de daireler acayip primlendi!
Gittikçe daha pahalı hücrelerde yaşlanmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Üstelik yan hücreye geçmek için gizli bir tünelimiz bile yok.
Zamanın birinde doğru tercih yaptığını düşünmenin verdiği özgüvenle kahvemizi höpürdeterek bacak bacak üstüne atmamız bundan!
On yıl boyunca ödediğimiz kredi ile dünyayı gezmek aklımıza bile gelmiyor.
Tabi bankaların da vebali var bunda!
Dünyayı gez, eline geçtikçe öde kredisi hiçbir banka yöneticisinin aklına gelmedi henüz.
Ölü yatırım!
Şöyle zamanı geri sarsak yirmi yaşındasınız mesela.
İsteseniz de olamazsınız. (Kahkaha attım burada)
Evdekilere dünyayı gezmek istediğinizi söylüyorsunuz.
“Nasıl geçineceksin?” Para yok yani.
“Bileklik satarak.”
Bileklik satarak dünyanın gezilebileceğini Instagram'da takip ettiğim bir kardeşimden elli yaşımda öğrendim. seyyahsezer.
Bizim kuşağa ebeveynleri meseleleri örnek vererek açıklalardı.
“İbrahimlerin küçük oğlu Mustafa gezdi de boyu mu uzadı? Başına gelmeyen kalmadı. Afrika'da …”
Hani Mustafa günlük tutmuş da bizimkiler okumuş zannedersiniz.
Halbuki İbrahim diye biri de yok. Kaldı ki bizim mahallede dünya turuna çıkmaya niyetlenen de olmadı. Sakladıysa bilemem fakat anlatılır böyle şeyler.
En azından bir kız arkadaşına çıtlatırsın havan olur. O da başka bir kız arkadaşına anlatır, duyulur. Bir hafta sonra mahalle bakkalı gidip de gelmezsin diye veresiyeyi ister. O da haklı, naapsın?
Züğürt tesellisi gibi olacak ama bir baltaya sap olmadan önce Türkiye'yi gezseydik iyiydi. Tadını çıkara çıkara şöyle, geniş geniş.
Düşünsene istediğin sahil kasabasında istediğin kadar kalıyorsun. Düşün bak!
Cep telefonu da yok ohh, gel keyfim gel.
“Örnek vereyim mi Dantes?”
“İbrahimlerin küçük oğlu Mustafa gezdi de…”
Mustafa'nın sosyal medya fenomeni olduğu, babasını Kont'lar gibi yaşattığı bir hikaye uydurayım bir gün.
Okuyan “baksana sen Mustafa'ya” desin.
Yeni yıla şunun şurasında on gün kaldı.
Öncelikle yeni yıl Ayhan ağabey gibi hastaların iyileştiği,yaraların sarıldığı,
çaresizlerin çare bulduğu, beklentilerin gerçekleştiği bir yıl olsun.
Ağzınızın tadı, evinizin bereketi olsun.
Güzel kahkahalar atın.
Keyifli sohbetleriniz her zaman çalabileceğiniz kapılarınız olsun.
Huzurlu yıllar.
Hamiş: Dumas, Abbe Farya'nın romanını yazsaydı iyiydi.