Kısa bir süre önce MHP Silivri İlçe Başkanlığına seçilen Zafer Yalçın ile MHP İstanbul İl Yönetimine giren Şenol Türkyılmaz, MHP MYK Üyesi Volkan Yılmaz, geçtiğimiz haftalar güven tazeleyen MHP İstanbul İl Başkanı Mehmet Bülent Karataş, İlçe Başkanları ve İl Yönetim Kurulu Üyelerinden oluşan heyetle dün Başkentteydiler. MHP Lideri, Grup konuşmasında İstanbul'dan gelen teşkilat temsilcilerini selamlarken, “İstanbul İl Teşkilatımızı yeni bir fethe memur ediyor, kutlu bir sefer için görevlendiriyorum. Biliniz ki, İstanbul'u sizlerden istiyorum” dedi.
Milliyetçi Hareket Partisi İstanbul İl Yönetim Kurulu Üyesi Şenol Türkyılmaz ve MHP Silivri İlçe Başkanı Zafer Yalçın dün MHP'nin TBMM'deki grup toplantısına MYK üyesi Volkan Yılmaz, il yöneticileri, ilçe başkanları ve üst kurul delegeleri ile katıldı.
BAHÇELİ: İSTANBUL'U
SİZDEN İSTİYORUM
İl Teşkilatı konuklarına konuşmasında özel bir paragraf açan Bahçeli, “Bugün burada, il ve ilçe kongrelerini başarıyla tamamlayan İstanbul İl Teşkilatımızı yeni bir fethe memur ediyor, kutlu bir sefer için görevlendiriyorum. Biliniz ki, İstanbul'u sizlerden istiyorum.
Dünyanın en büyük Türk kentinin her sokağında, her mahallesinde, her hanesinde, 564 yıl önce surlara dikilen Üç Hilal gibi umutla dikilip gönüllere girmenizi, sesimizi ve mesajlarımızı ulaştırdığınızın haberlerini almayı ümit ediyorum.
Sizlere güveniyor, alayınıza birden üstün başarılar diliyorum.
İstanbul'u adaletle tanıştırıp, Türk'ün adıyla kaynaştıran, şaha kaldıran ve tarihe yön veren ecdadımızı hürmetle, minnetle yad ediyorum.
Dün kutladığımız İstanbul'un fethinin 564. yıl dönümünde, Türk milleti için canlarını feda eden aziz şehitlerimize ve başta büyük hünkârımız Fatih Sultan Mehmet olmak üzere kahraman ecdadımıza Cenab-ı Allah'tan rahmet diliyorum.”
“EŞİTSİZLİKLER ALARM
ZİLLERİ ÇALMAKTADIR”
MHP Lideri 30 Mayıs 2017 tarihli Grup Toplantısında Başbuğ Türkeş'in yakın arkadaşı Ahmet Er'in vefatından dolayı taziyelerini, Manisa'da meydana gelen depremden dolayı geçmiş olsun dileklerini ileterek yaptığı konuşmasına şöyle devam etti:
“Bugünkü çağda insanlığın en önemli sorunlarından birisi maneviyatındaki devasa açıklar, kaygı verici açmazlar, derin çatlaklardır. Bu yüzden insanlığın manevi bir buhranın tahakkümüne maruz kaldığını söylemek abartılı ve afaki bir yorum olmayacaktır. Manevi sarsıntı ve bozguna diğer başka alanlardaki olumsuzluklar da kâh destek vermekte kâh sonuç itibariyle daha da şiddetlenmesini sağlamaktadır. Bilelim ki, artan eşitsizlikler alarm zilleri çalmaktadır. Çoğalan adaletsizlikler tehlike sinyalleri vermektedir.
“BİREYSEL HAK VE HÜRRİYETLER ALANINDAKİ GERİLEMELER, İNSANLIĞI DARBOĞAZA SÜRÜKLEMEKTEDİR”
İnsan onurunun çiğnenmesi, insani kazanımların çürümeye bırakılması karamsar ve kötümser bekleyişleri tırmandırmaktadır. Bireysel hak ve hürriyetler alanındaki gerilemeler, hatta kimi hallerde vuku bulan gerilimler insanlığı adeta darboğaza sürüklemektedir.
Bu itibarla sorunlar ağırlaşmakta, içinden çıkılmaz hale gelmektedir. İnandığı gibi yaşamayan, yaşadığı gibi de inanmayan insan veya toplumların zamanın pasif, bağımlı ve parçalı birer ögesi olmaları kaçınılmaz bir hayat gerçeğidir.
“HERKESİN GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ OLMAYA VEYA OLDUĞU GİBİ GÖRÜNMEYE İHTİYACI VARDIR”
Hz. Mevlana ne güzel de söylemişti: “Güneş gibi ol şefkatte, merhamette. Gece gibi ol ayıpları örtmekte. Akarsu gibi ol keremde, cömertlikte. Ölü gibi ol öfkede, asabiyette. Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette. Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol.” Herkesin göründüğü gibi olmaya veya olduğu gibi görünmeye ihtiyacı vardır. Tutarlı olmak budur. Dürüst ve ilkeli olmanın yolu buradan geçmektedir. Ahlaklı olmak da bunu gerektirecektir.
Maneviyatımızın hisarları delik deşik olmuşsa, kısa ömrümüzde anlaşmazlık, uzlaşmazlık, mutsuzluk, huzursuzluk ve kesif cepheleşmelere yakamızı kaptırmışsak, mutlaka bir yerlerde vahim bir hata ve yanlış var demektir. Paylaşmanın erdemi konuşulur, ne var ki komşunun aç yatıp aç kalkması dikkatleri çekmez. Gıybetin kötülüğünden yakınan çoktur, gelin görün ki, onu bunu çekiştirmekten kimse vazgeçmez, bundan da çekinmez. Kul hakkı denir, helal rızık tavsiye edilir, yetim malından bahsedilir, fakat bunlar sözde kalır, nitekim refakat ve riayet eden çıkmaz. İyi olmanın, temiz olmanın, ahlaklı olmanın, halis ve ihlaslı bir insan varlığının önem, değer ve vazgeçilmezliği sözde kalır, yüzeyde duramaz. Dilin söylediğini kalp onaylamaz, kalpten geçenleri dil telaffuz etmezse; aklın teklifi gönül süzgecinden geçmez, duygularla desteklenmezse olgun, kâmil, salih, yetkin, sözüne ve eylemine güvenilir bir insan nasıl olacaktır? İnsanlığın içinde bocaladığı manevi çoraklık ve aşınmanın nice savaş ve acımasızlıklara davetiye çıkardığını görmemiz lazımdır.
Bir yanda israfa batan, ihtiyatsız bir zenginlik içinde yüzen azınlık; diğer yanda yoksulluğun, yokluğun, yozlaşmanın pençesine düşmüş çoğunluğun sürdürülemez bir çelişki olduğunu artık hepimiz görmeliyiz. Geldiğimiz bu aşamada, bunları konuşmaktan daha fazlasını yapmalıyız. İnançlarımızın müşfik ve muazzez sesine, imanımızın kutlu ve kuşatıcı buyruğuna daha çok kulak vermeliyiz.
“İNANDIĞIMIZ GİBİ YAŞAMAKTAN BAŞKA SEÇENEĞİMİZİN OLMADIĞINI BİLMELİYİZ”
Bu nedenle inandığımız gibi yaşamaktan başka seçeneğimizin olmadığını bilmeliyiz. Siyasi, ekonomik ve ahlaki durgunluğun içine hapsolmuş İslam aleminin yeni bir yükseliş, yeni bir diriliş ruhuyla üzerindeki ölü toprağı atması kaçınılmaz bir zarurettir. Ortadoğu'nun petrol zenginliği ve stratejik ticari avantajlarına rağmen, mesela işsizlikte küresel ortalamanın iki katına ulaşması düşündürücü, bir o kadar da sarsıcıdır. Benzer şekilde ülkemizin durumu da parlak sayılamayacaktır. İslam âleminin büyük bir kesimi yoksullukla savaşıp, sağlık hizmetleri, temiz su ya da düzenli elektriği bulunmayan gecekondu mahallelerine tıkışmışken, küçük ve kaymak bir tabaka yer altı ve yerüstü kaynakları aç gözlülükle sömürmektedir. Hz. Ömer'in tek bir paltosu vardı ve onu da bizzat kendisi yamıyor, öyle giyiyordu. Efendimizin hayatı ise başlı başına bir örnek ve imrenilecek vasıf ve yaşayış şekliyle doluydu. İmana övgü, küfre sövgü vardı. Bir zamanlar, mümin olmaya çağrı, müşrikliğe, müsrifliğe, münafıklığa reddiye hâkimdi. Sabır, samimiyet ve safiyet inancımızın özü, manevi istiklal umutları fani hayatımızın ana gövdesiydi. İtikat baş tacı yapılırken, ikilik, iradesizlik, ikiyüzlülük ve iffet yoksunu bir zafer ve kazanma arayışı ayaklar altındaydı. Peki ne olmuştur da, koskoca İslam dünyası manevi hastalığa kapılmış, birbirine düşmüştür? Terörizm nasıl olmuştur da, etrafımıza kamp kurmuş, çevremizi kuşatmaya almıştır? Var olan tahammülsüzlük, yaygınlaşan insafsızlık ve vicdansızlık neye yorulmalı, nasıl yorumlanmalıdır? Yanlış nerededir? Mesela Riyad yönetiminin, ABD'yle kılıç dansı eşliğinde 110 milyar dolarlık bir silah anlaşması imzalaması, tepeden tırnağa silahlanması hangi mantık ve mirasın sonucudur? ABD Başkanı'nın Suudi Arabistan'da benim için halklar değil, demokrasi değil, rejimler önemlidir sözünün adres ve muhatabı kimlerdir? Ve de, bir dilim ekmeğe aç, bir damla suya hasret, bir parça hak ve güvenceye muhtaç milyonların çığlığı ne zaman duyulacaktır? Din düşmanları takiyye maskesi takıp iblise hizmetkarlığa soyundular. Küresel güçlere taşeronluk yapanlar istismar kamuflajının ardına saklanıp fitneye bekçilik ve tetikçilikten dolayı utanmadılar, sıkılmadılar. Petrol kuyularından dolar çıktı, servet fışkırdı; ama insanlık o kuyulara gömüldü, hakikat ve hidayet toprak altında kaldı. Yerin altı yerin üstüne çıkarıldı, ne var ki yerin üstü de yerin altına sokuldu. En acısı da, bir yerinden İslam'a bulaşan, İslam'ı kullanan, yüce dinimizi hain emellerine alet etmeye kalkan terör ve vahşi örgütlerin varlığıdır. FETÖ'ye bakınız bunu göreceksiniz, IŞİD'e bakınız aynı şeyi fark edeceksiniz. Bunlar ki, İslam dinine yuvalanmak isteyen batıl ve küfür çeteleridir. Elbette İslam ile terörü yan yana getirmek, yani İslami terörden bahsetmek soysuz bir saptırma ve uydurmadır. “Bir insanı öldürmenin tüm insanlığı öldürmekle eşdeğer” olduğunu buyuran bir dine yapılabilecek en büyük kötülük, en çirkef hakaret ve saldırı terörizmle eşitleme teşebbüsüdür. Buna da hiç kimsenin hakkı yoktur. İslam insanlık değerlerinin tacı, tahtı, ilahi taltifidir; terörizm ise insanlığın inkarı, itlafı, tam karşısında mevzilenmiş, mevki bulmuş ihanet cephesidir. Dördüncü gününü idrak ettiğimiz rahmet ve bereket ayı Ramazan'da bu gerçekler üzerinde mutlaka düşünülmeli, gerekirse bir özeleştiri, gerekirse muhtevalı bir muhasebe yapılmalıdır. Şunu unutmayalım; maneviyatımızı saran tehlikelerle mücadele etmez, kendimize gelmez, yeni baştan ayağa kalkmazsak çok sürmez, çöküş mukadder olacaktır.
Bu mübarek ve mukaddes ayda kardeşlik duygularımızı pekiştirerek, gaflet ve hezimet yolundan çıkarak tokalaşmaya, toparlanmaya, iç barış ve huzurumuzu sağlamlaştırmaya ihtiyaç vardır. Ramazan ayı aç ve susuz kalma ya da diyet yapma ayı değildir. Ramazan biz olma, bir nevi iman tazeleme, tövbe etme ayıdır. Aynı şekilde Ramazan Kuran ayı, bolluk, paylaşma, dayanışma ve kardeşlik halkalarını genişletme, güçlendirme zamanının adıdır. Sahurdan iftara kadar samimi ve sabırlı olmanın mükafatını sadece ve sadece Allah'tan beklemek, Allah'tan dilemek Ramazan'ın gerçek manasıdır. Allah'tan niyazım, dualarımızın, tuttuğumuz oruçların kabulüdür.
Bu vesileyle Türk-İslam aleminin ve siz değerli arkadaşlarımın on bir ayın sultanı Ramazan-ı Şerifi'ni tebrik ediyor, bayrama sağlıkla ulaşmayı, yepyeni ve sağlam bir dayanışma ve birlik ruhunun canlanması için bir dönüm olmasını temenni ediyorum.
Denemezsek başaramayız. Başaramazsak var olamayız. İstikrarlı ve iradeli şekilde bir ve beraber olmayı denemeli, başarmalı, günahkârlara, milli ve manevi bünyemizin yıkımını gözleyen karanlık çevre ve çehrelere şamarı indirmeliyiz.”
Bahçeli konuşmasını NATO zirvesi, ABD ile ilişkiler, terör ve ülke gündemine ilişkin güncel diğer konulara ilişkin değerlendirmeler ile sürdürdü.
BAŞBUĞ'A KABİR ZİYARETİ
Cennet mekan Başbuğ Alparslan Türkeş'in kabristanını da ziyaret eden heyet daha sonra MHP Genel Merkezindeki toplantıya katıldı.
Haber Merkezi