Oktay Saparca

Minik Serçe

Yıl 2002 Kasım üçüncü hafta... Hannover Tarım Fuarını bitirip, sabah 07:15 hızlı trenle Berlin'e geçtik. Almanya ne kadar düzenli ve dakik bir toplumdu, tren vaktinde kalkıp varış saatinde de Berlin'e indi, 300 km hıza ulaştığını duvar panellerinden görebiliyorduk, elimizdeki ticket'larımızdaki varış saati dakikasına kadar tuttu, bir saatte Berlin'deyiz.

Almanya'da yaşayan Keşanlı bir arkadaşla buluştuk. Arkadaş taksicilik yapıyordu, tüm gününü de bize ayırmıştı. Tüm bir gün Berlin'i gezmek, özel taksi ve tercümanla inanılmaz bir keyif olmalıydı.

Duvarlar yıkılmış, Doğu Berlin, Berlin ile buluşmuş sadece hatıra için 500 metre kadar bir duvar bırakılmıştı.

Şehirde ilk dikkati çeken şey, ikiyüzlü olmasıydı, Berlin & Doğu Berlin.

Berlin; parlak cam duvarlı binalar, rengarenk yollar, parklar, alışveriş merkezleri, düzenli sokaklar, gülen yüzlü insanların koştuğu, gözünün alabildiği kadar geniş, köpeklerini gezdiren insanları ve keyifli bir şehir.

Ya Doğu Berlin; nehrin karşı tarafı 45 yıldır farklı bir hayatı yaşıyor.

Doğu Berlin'de soğuk Arnavut kaldırımlı, ara sokakları kesme taş, doğu bloku ülkelerini andıran yapısı, soluk açık mavi tek tip yapıları, yeşil fakat gösterişsiz parkları, köpekleri ile yürüyen yaşlı insanları, sert bakan gestapo görünümlü amcalar ve zincirlerini gergin tuttukları sert köpekleri.

Arada bir nehir, bu nehrin her iki yakasında iki kardeş, 45 yılda farklı dünyalar farklı yaşamlar, farklı kimlikler oluşturmuş. Nehrin her iki tarafında

farklı bakan,

farklı gülen,

farklı düşünen,

farklı yaşayan, iki küskün kardeş.

Duvarlar yıkılmış aradan on yılı aşkın zaman geçmişti, öncelikle her iki kardeşin ekonomileri denkleşmeliydi, nehrin karşı yakasına yatırım yapılmalı, Batı'da yaşamak isteyenlere imtiyazlı koşullar yaratılmalıydı.

Almanya birleşme sonunda ekonomik olarak zorlanma yaşamış, biz bunu Türkiye de hissetmemiş miydik?

Yetmiş doksan yılları arasında nerede güzel bir yapı görseniz “Sahibi Almancı mı?” diye sormaz mıydık? Ülkede ekonomisi iyi insanlara da “Almancıdır” demez miydik?

Doğu blokundan gelen insanlar bizim ve Yunan işçilerin işlerine ve gelirlerine etki etmiş olsalar da, güçlü Alman ekonomisi profesyonel hayatı çok iyi kurgulamıştır.

Yıllar içinde Almanya o kadar başarılı bir birleşme yaşadı ki zamanla insanların doğup büyüdüğü yerler kaderi olmaktan çıktı.

***

Berlin'e geldiğim güne dönmek istiyorum.

Sabah bizi karşılayan arkadaş bizi klasik Alman pastanesine götürdü, tuzsuz ya da fazla tatlı çok da alışık olmadığımız tatlardan oluşan kurabiyeler ve kruvasanlardan bir büyük tabak yaptık, köpüklü kocaman fincanlarda sohbet eşliğinde kahvaltımızı tamamladık.

Berlin & Doğu Berlin yakın çağın ve medeniyetin dönüm noktasıdır. İkinci Dünya Savaşı'nın insanlara ve insanlığa yansımasının acılarını canlı canlı yaşatan şehir.

Kapitalist düzeni kurmuş olan toplumlar, fiziksel savaşla değil, düzenlerini kapital üzerinden mutlu toplumlar kurgulayıp, İngiliz usulü dünya düzenine geçmişlerdi. Bu düzenin kilit ülkesi Almanya, Hollanda olmuştur.

İkinci  Dünya Sasvaşı'ndan sonra insanların zihninden, ölüm, savaş ve şiddeti silip; mutlu bir ömrü yaşamanın sihrini çözmenin üzerine bir yaşam kurgulamışlar. Güney, Orta ve Kuzey Avrupa ülkelerini gözlemlersek sadece mutlu ve adaletli bir dünya görürüz.

Vahşi bir kapitalist düzen içinde sosyal devleti çok iyi kurgulamışlar. Kapitalist düzenin içinde sosyalizmin nasıl hayat bulduğunun tipik bir örneğini kuzey ülkelerden Avrupa'nın geneline yaygınlaştırmışlar.

İlk defa uydudan çalışan tomtom navigasyonunu 2002'de Almanya'da görmüştüm, trafik yoğunluğunu hatta güncel inşaat ve yol yapımlarını bilgilendiriyordu.

İkinci Dünya Savaşı müzeleri çok etkileyici, olayların sıcaklığını yaşatan bir ambiyansla korunmuş, meclis binasının ve bir çok tarihi yapıların bombalanmış kısımları savaşın sıcaklığını yaşatıyor tüylerimi ürpertiyordu.

Günü dolu dolu yaşamak istiyorum, sağolsun Keşanlı arkadaş bizi müzeden müzeye Berlin'de görülmesi gereken her yeri gezdiriyordu.

Müzeler tarihi yerler ve katedraller ücretsizdi. Nerdeyse hiç para harcamadan, Berlin'de dolaşıyor hazırlıksız gittiğimiz bu seyahatte sadece yeni yeni çıkan kameralı telefonla fotoğraf çekmeye çalışıyordum.

Öğlen oldu şoför arkadaş bir gününü bize ayırdı, taksisini bize tahsis etti ve hiç para kabul etmedi, sabah kahvaltı ısmarladı, “Öğle yemekleri benden, akşam da abimlerin misafirisiniz” dedi.

Öğlende olmuştu, şoför arkadaş ben sizi okuduğum okula götüreyim yemeği de orada yeriz dedi.

Berlin Üniversitesine gelmiştik, çok büyük ağaçların arasında orta çağ taş yapılarını andıran fazla katlı olmayan bakımlı modern yapılar ile harmanlanmış bir kampüs yerleşkesine vardık. Hiç nizamiye, kimlik soran üstümüzü arayan insanlar görmeden ağaçların arasından taş yollardan yürüyerek taş bir binaya girdik.

Kimsenin gözü üstünüzde değil, keyifli bir ruh hakiyle işte bu dediğiniz,  insan olduğunuzu, güven duygusunu yaşadığınız uzun geniş koridordan, derinden bir müzik sesi, Mozart, Beethoven ya da Vivaldi.

Yavaş yavaş yürüdüğümüz koridorun beş buçuk-altı metre olduğunu düşündüğüm duvarları, yerden tavana el yapımı yağlı boya tablolar ile donatılmış. AMFİ kapıları üç metreye üç metre, sadece kesilmiş bir duvar. İnanılır gibi değildi, dersliklerde kapı yok isteyen vatandaş elini kolunu sallayıp üniversiteye giriyor bir dersliğe oturup ders dinleyebiliyor.  

Taş binanın terasına çıktık burada kafe restoran karışımı bir bölüme geçtik, bir tepsi aldık, istediğimiz yemekleri parmak  gösterme usulü ile aldık, oturup yemeklerimizi yedik, çıkarken tepsileri bir kabine bırakıp hiç bir ödeme yapmadan geldiğimiz gibi binayı terk ettik. Yeşil yoldan yürüdük otoparkta bulunan arabamıza binip Berlin turuna devam ettik. En gözde üniversitemiz Boğaziçi'nde yaşananları gördüğümüz şu günlerde ibret olsun diye anlattım.

Taksici arkadaş harıl harıl bizi gezdirmeye devam ediyor, merakla taksinin konsolu ile oynuyorum bir ajanda var bu nedir diye sordum. Taksici arkadaş Mecliste milletvekillerinin de ulaşım hizmetlerini yapıyormuş.

‘Nasıl yani milletvekilleri taksi mi kullanıyor?' dedim. “Alman meclisi milletvekillerine evlerinden meclise kadar geliş-gidiş km'si kadar ve kamu görevi km'sinin ödemesi yapılır, meclisten kalan ekstra km'lerini kendilerinden tahsil ediyorum” dedi. Belki bize komik gelecek çok basit gibi gözükecek bir işlem de olsa, devlet sisteminin temelden tavana nasıl bir hiyerarşi içinde gittiğinin güzel bir örnektir. Buradan çıkaracağımız ders; bırakın vekili, ilçelerde iktidar partisinin sempatizanları bile kamuyu örtülü ödenekten derya deniz görüyor.

Akşama doğru güzel bir kafeye oturduk, kahve ve ardından birer bira istedik, benim biram her zaman siyah BET BEER markasıdır.  Biramızı yudumlarken Türkiye'yi kurtardık, bizim ne yaparsak bu medeniyeti yakalayabileceğimizi, ülkenin eksiklerini, gelecek nesillerin dünyaya adapte olmuş bir nesil olabileceğini konuşurken, yirmi yıl sonra Ortadoğu'nun bataklığına evrilecek bir Türkiye'yi konuşmak aklımıza gelmemişti.

Akşam taksici bizi evine götürdü, modern bir aile,  ikinci kuşak Almancı mühendis karı koca. Çok güzel ve keyifli bir akşam yemeği ve iki saat kadar  Almanya-Türkiye sohbetlerinin ardından hızlı tren ve Hannover'e dönüş.

Hannover gecesi çok hareketli bir fuar şehridir, bir PAB'a oturduk iki şişe daha bira içtik, öyle ki yarın sabah Türkiye'ye uçuş var.

Çıkışta kapalı dükkanların vitrinleri seyrederek otele yürüyoruz, ne görelim telefonlar hem de daha Türkiye'de bile olmayanları 3-10 Euro arası fiyatlandırılmış, ‘Beşer adet alalım, insanlar bir telefona altı ay çalışıyor” dedik. Fazla sürmese de kısa süreli bir fantezi yaşamış olduk. Almanya'dan hat almak zorunda olduğumuzu da  öğrenmiş olduk.

Yazının sonuna geldik, “Minik Serçe bu yazının neresinde?” dediğinizi duyar gibiyim.

Sabah bizi havalimanına götürecek 65 yaşlarındaki İranlı taksicinin o gün kanadında, belki bu gün ruhunda.

Hikayesi haftaya.

YORUM YAP