
Muaviye Sıffin Savaşı'nda Hz. Ali'nin iki kolundan biri sayılan 93 yaşındaki Ammar bin Yâsir (657)'i şehit etmiştir. Bunun üzerine ciddi bir hücuma geçen Hz. Ali, Muaviye ordusunu tam bir yenilgiye uğratmak üzere iken Muaviye Kuran sayfalarını mızrakların ucuna takarak canını kurtardığı gibi kendi iktidarının yolunu da aralamıştır. Hakem olayında ki entrikasıyla iktidara biraz daha yakınlaşmıştır. Hz. Ali'nin diğer kolu sayılan Mısır Valisi Malik bin el Eşter (657)'i de zehirleterek öldürtmüştür. Hz. Ali'ye bir ramazan ayı sabah namazı camide zehirli hançerle suikast yapılmış ve iki gün sonra da şehit olmuştur (661). Muaviye, Hz. Hasan (625-669)'ı baskı ve sindirme metotlarıyla anlaşmaya mecbur bırakarak halifeliği ele geçirmiştir (661). Buna rağmen varlığından rahatsız olduğu Hz. Hasan (669)'ı zehirleterek önündeki son engeli de aşan Muaviye halifeliği saltanata dönüştürmüştür. Muaviye (halifelik dönemi 661-680) dirisiyle uğraştığı Hz. Ali'nin ölüsüyle de uğraşmaya devam etmiştir. Öyle ki Muaviye camilerde Cuma hutbelerinde Hz. Ali'ye lanet okutturuyordu. Muaviye ile başlayan Emeviler devrinde Hz. Aliye karşı sevgi duymak, öldürülme nedeni olmuştu. Nitekim Hz. Ali (600-661)'yi lanetlemedikleri için Hucur bin Adiy ve arkadaşları Muaviye tarafından öldürülmüştür (671). Yine Muaviye, Hz. Ali'yi lanetlemeyen Abdurrahman bin Hassan'ı, Kûfe valisi Ziyad bin Ebih'e göndermiş ve en kötü şekilde cezalandırılmasını istemiştir. Ziyad da Abdurrahman'ı diri diri toprağa gömmüştür.
Muaviye (602-680), oğlu Yezit'i yerine halife olarak ilan etmeden önce güçlü kabile reisleri ile görüşmeler yapmış, Temim kabilesi reisi Ahnef bin Kays'a bu konuyu açıp fikrini sorduğunda Ahnef "Yalan söylersem Allah'tan korkarım. Doğru söylersem senden korkarım" demiştir.
Yezit (halifelik dönemi 680-683) kendisine muhalefet eden Hz. Hüseyin (626-680)'i, (kadınlar ve çocuklarla birlikte) 70 kişilik kafilesini, 7000 kişilik bir ordu ile Kerbela'da kuşattırdı. Fırat'ın kenarında günlerce bir damla su verdirmedi. 3 yaşındaki çocuklar dâhil erkekleri kılıçtan geçirtti. Hz. Hüseyin'in başını kestirip, atlarla çıplak cesedini çiğnettirdi. Hakk'a ayna olan, haksızlığa karşı duran Hz Hüseyin dünyanın en büyük vahşetine maruz kaldı (680). Ayrıca Yezit, Medine'yi yağmalattı. 300'ü sahabe 700 kişi öldürüldü. Şehir üç gün mubah kılınmış, insanların canlarına ve mallarına kastedilmiş, tecavüzler sonucunda doğan çocuklara da "Evladü'l-Harre" denilmiştir. Bu üç günde Mescidi Nebevide ezanlar okunamamış ve cemaatle namaz kılınamamıştır. Yezit'e "Yezit'in kulu ve kölesiyim" diye biat edenler kurtulmuş, bunu söylemeyenler öldürülmüştür (683). Aynı yıl Yezit, Mekke üzerine de bir ordu gönderdi. Suriyeli askerlerden meydana gelen Yezit ordusu, attıkları yağlı paçavralarla Kâbe'yi yaktılar. 64 gün süren bu kuşatma Yezit'in ölüm haberi ile sona erdi (683).
Muhalefeti ekonomik olarak çökertmek, elindeki avucundakileri çeşitli yöntemlerle almak da Emevi zihniyetidir.
Hayber'in fethinden sonra barış yoluyla alınan ve yarısı Hz. Peygamber'e tahsis edilen köy yani "Fedek Arazisi"ni Muaviye, Mervan bin Hakem'e verdi. O da bu araziyi iki oğlu arasında paylaştırdı. Peygamberimiz'e olan bu arazi Ehli Beyt'e verilmediği gibi iktidar kendi akrabalarına tahsis ediyordu.
Diyanet'in İslam Ansiklopedisi "Harre Savaşı" maddesinden bir bölüm aynen şöyledir: "Muhalefetin… ekonomik boyutu da vardı ve bu boyut Yezit'in babası Muaviye dönemine kadar uzanıyordu. Medineliler valiye gidip, "Muaviye atıyye konusunda başkalarını bize tercih etti, bir dirhem bile artış yapmadı" diyerek hoşnutsuzluklarının sebebini açıklamışlardı. Nitekim Emevi hilafetiyle birlikte başta Muaviye olmak üzere iktidar ailesine mensup kimselerin şehirde sahip oldukları mal miktarı Medinelileri rahatsız edecek kadar çoğalmıştı. Bu siyasetin neticesinde üretim azalmış, fiyatlar artmış, insanlar geçimini sağlamakta zorluk çekmişler, haklarını alamamışlar ve ellerindeki malları iktidar ailesi mensuplarına satmak zorunda kalmışlardı. Bunu yanında savâfî (sahipsiz arazi) amili İbni Mina'nın toprak gelirlerini toplamak için gittiği Belhâris bin Hazrec kabilesi mensupları Kureyş ve Ensarla birlik olarak ödeme yapmayı reddetmişler, vali de bunu zor kullanarak tahsil etmek istemiş fakat sonuç alamamıştı." (DİA, "Harre Savaşı", cilt, 16, sayfa, 245.) Bu satırlarla zamanımız arasında benzerlikler yok mudur?
Emevî devlet adamları üzerinde araştırma yapanlar, bu dönem yöneticilerinin seyyid, ağa, efendi, hükümran kafasıyla ve iş adamı, tüccar zihniyetiyle devleti yönettikleri tespitinde bulunuyorlar. Bu tespitlerle zamanımız yöneticileri arasında bir çağrışım yok mudur?
Halife Abdülmelik bin Mervan (halifelik dönemi 685-705) "Ben, bu ümmetin hastalıklarını kılıçtan başkasıyla tedavi etmeyeceğim. Yemin olsun ki şu andan sonra bana "Allah'tan kork" diyenlerin sadece başını vururum" demiştir.
Abdülmelik bin Mervan, Haccac bin Yusuf'u (661-714) Vali tayin ettiğinde, Kûfe Camisinde besmele çekmeden bir hutbe okuyan Haccac şöyle dedi. "Ey insanlar! Allah size halife olarak Abdülmelik'i seçti. O da şehrinize beni vali yaptı. Koparmak için olgunlaşmış başlar görüyorum. Bu, benim işimdir."
Haccac, muhalefet eden Abdullah bin Zübeyir (624-692) ve taraftarlarını cezalandırmak için 692 yılında Mekke'yi kuşatma altına aldı. Muhasara 6,5 ay sürdü. Canlarını kurtarmak için insanlar Kâbe'ye sığındı. Haccac, Kâbe'yi mancınıkla vurdu. İnsanlar açlıktan kırılıyorlardı. Haccac, mancınıkla Kâbe'ye köpek attırdı. İnsanlar atılan köpeği bile yediler. Sonunda insanları teslim alıp kılıçtan geçirdi. Abdullah'ın başını kestirip Halife Abdulmelik'e Suriye'ye gönderdi.
Halife Velid bin Abdülmelik (halifelik dönemi 705-715) bir cuma hutbesindeki konuşmasını güneşin sararmasına kadar uzatınca, cemaatten birinin namaz vaktinin geçtiğini hatırlatması üzerine, Velid'in muhafızları bu adamı katletmiştir.
Kendilerine karşı olmayı Allah'a karşı olmak gibi algılayıp, bunun cezasının da mutlak ölüm olduğu anlayışı Emevî zihniyetidir.
İslam tarihinde iktidar hırsıyla nice katliamlar olmuştur. Şeyh Edebali'nin "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın" tavsiyesiyle kurulan Osmanlı'da bile "ebed müddet devletin selameti için" padişah kardeşlerinin katline cevaz veren şeyhülislam fetvaları oluşturulmuştur.
Muhaliflere hayat hakkı tanımamakta ve kendilerine karşı hakkı savunanları ortadan kaldırmakta din hep kullanılmıştır. Hâlbuki muhalefet özgürlüğün ölçüsüdür. Muhalif, halkın sesi, hakkın nefesidir. İktidarın muhalifi hoşgörü seviyesi demokrasinin düzeyini belirler.
Hz. Ali (halifelik dönemi 656-661) kendi zamanındaki Mısır Valisi el Eşter'e yazdığı mektupta "Halkın başına onları yutmayı fırsat bilen yırtıcı bir canavar kesilme… Askerini, muhafızlarını yanında bulundurma ki söylemek isteyen derdini sana çekinmeden söyleyebilsin" diye yazmıştır.
Yine Hz. Ali der ki "Dört özellik vardır ki işlerin en zorudur. Bunlar: 1- Öfkeliyken affedebilmektir. 2- Yoklukta dahi cömertlik yapabilmektir. 3- Tek başına olduğu, kimsenin bulunmadığı yerde harama (paraya, ırza, namusa) el uzatmamaktır. 4- Doğru söylendiğinde gazabından korkulan ve yaltakçılık yapıldığında yardımı umulan kişiye karşı hakkı söylemektir.
Hariciler Hz. Ali'yi kınıyorlar, küfrüne hükmediyorlar ve tehdit ediyorlardı. Hatta birisi insanların gözü önünde halife Hz. Ali'yi öldüreceğine yemin etti. Buna rağmen Hz. Ali bazı adamlarının bu kişiyi yakalaması teklifini kabul etmedi ve onu serbest bıraktı. Hz. Ali, bu tavrını eleştiren adamlarına "isterseniz siz de onu kınayınız" demiştir. Muhalefete intikamcı ve sert yaklaşılmasına izin vermemiştir. Savaşta bile öldürmek üzere olduğu bir kişinin Hz. Ali'nin yüzüne tükürmesi üzerine, Hz. Ali kalkmış ve bu adamı bırakmıştır. Yüzüne tükürülmesinden sonra öldürmesi halinde, kendi nefsi için öldürmüş olabileceği düşüncesiyle vazgeçtiğini belirtmiştir.
Bugün ne öldürmek ne de tükürmek istemeyen sadece insanca konuşmak, derdini söylemek, yanlış gördüğü şeyi dile getirmek isteyenlerin başına gelenleri görünce önce insanlığı, sonra bunları yapanların sözde Müslümanlığını sorgulamak gerekmez mi?
Muhalif olanı hizaya getirme, terbiye etme, yola getirme, imha etme, iflas ettirme, karalama, bertaraf etme … yöntemleri günümüzde yok mudur?
Namazın her rekatında okunan Fatiha'nın 5. ayetinin anlamı "(Rabbimiz!) Ancak sana ibadet ederiz, yalnız senden medet umarız" olmasına karşın, adeta insanların Allah'tan daha çok yöneticilerden korkar hale gelmesi söz konusu değil midir?
20-30 yıl önce Siyasal İslamcılar hak aramayı ve hakkı söylemeyi gündemde tutuyorlardı. Hz. Muhammed'in "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" hadisini sloganlaştırmışlardı. Yönetim kendilerine geçince, kendilerinin haksızlıkları baş göstermeye başlayınca bu hadisi haram kokan ağızlarına asla almadıkları gibi, haksızlıkları dile getirmek isteyenlerin ağızları kapatılmıyor mu?
Bir Filistinli diyor ki "Köpeklerin bile havlama hakkı vardır, ama bize konuşma hakkı verilmiyor." Aynı Filistinli Türkiye'de yaşasa da Sayın Başbakanı protesto etseydi, neler yaşardı ve ne düşünürdü acaba? Türkiye'de de ağzını açan karga tulumba götürülüyor. İnsanlık onuru zedeleniyor. Sayın Başbakana derdini anlatmak, dilekçe vermek isteyen, sözle veya tavırla protesto etmek isteyenler çok sert bir şekilde muameleye maruz kalıyorlar. Herkesin "Padişahım çok yaşa" demesi mi bekleniyor? 5 Mart 2009'da Metrobüs açılışında "Son Osmanlı Padişahı l. Recep Tayyip Erdoğan" yazılı pankartı taşıyanlara ne işlem yapıldı? Yaltakçılar, şakşakçılar güzel karşılanır, hakkını arayan, derdini söyleyenler şiddet görür olmuyorlar mı?
Irakta 1,5 milyon insan katledildi, 1 milyonun üstünde kadın dul kaldı, 5 milyon kadar çocuk öksüz ve yetim kaldı. Iraklı Zeyd 16 Aralık 2008'de Bush'u protesto ederek ayakkabı fırlattı. 9 ay hapiste tutuldu ve işkenceye maruz kaldı. 01 Ekim 2009'da Bilgi Üniversitesi'nde IMF Başkanı'nı protesto eden gencin götürülüş şekli unutulmadı. Allah'tan Sayın Başkan davacı olmadı, yoksa başına neler gelirdi? Elbette bu nevi protestoları tasvip etmiyorum ama protestoculara yapılanları da asla hoş görmüyorum. Çünkü insan hayatı ve insanlık onuru kutsaldır. Haksızlığa karşı haykırış da insanlık onurunun doğal halidir.
Allah "Allah kötü sözün açıktan söylenmesinden hoşlanmaz Ancak zulme uğrayanın yapılan kötülüğü yüksek sesle söylemesi hariçtir ki Allah bundan hoşlanır." (4/Nisa Suresi, Ayet, 148) buyurmuştur.
Her geçen gün intiharlar ve katliamlar artmaktadır. Herkes ne yapıyorsa yapsın, intihar edenler etsin, katliam yapanlar yapsın, kimin ne hali varsa görsün ama yöneticilere kimse bir şey demesin gibi bir tutum yok mudur? Namussuzlar kadar namusluların da cesaret sahibi olmadığı bir ülke açık veya kapalı bir cezaevi değil midir? Muhalifleri sindirenlere, Hz. Ömer'in halka sert davranan valisine söylediği şu sözünü hatırlatırım: "Annelerinin hür olarak doğurdukları insanları nasıl köleleştirirsiniz?"