Korkmuş, şaşırmıştı, balonu az önce patlamış bir çocuktan farkı yoktu, gözleri nemliydi.
“Beni askere almadılar” dedi. “Şimdi bana kız da vermezler!”
Askerlik şubesinin yan tarafında, bahçesinde çınar ağaçları olan kahvehanenin en kuytu masasında oturuyordum, mevsim güze dönmüştü, insanın içini titreten rüzgârlar esmeye başlamış, öğleden sonraları yağmur yağar olmuştu.
“Bu yıl çok askere gitmek isteyen var” dedim. “Ondan!”
“Bana sıra ne zaman gelir?”
“Beş yılı bulur, bilemedin on yıl!”
“Sevgilim beklemez ki beni o kadar?”
“Sevgilin var mı?”
“Yok, olsaydı beklemezdi… Sen buralarda mısın daha?”
“Evet.”
“Sıra bana gelince haber verir misin?”
“Veririm.”
Ellerini cebine sokup, bahçeyi yorgan gibi örten sararmış yapraklara bir tekme attı, kapıdan çıkmak üzereyken geri döndü
“İyi günler”
“İyi günler”
Gazetenin spor sayfasına biri bütçe yapmıştı;
Maaş; 1.603
Kira; 750
Elektrik;140
Su; 85
Kömür; ?
Pazar; ?
Hesabın içinden çıkamayınca ‘ MÜJGÂN' yazmıştı…
Koskocaman başlık atmışlardı, Cocu Gidiyor.
Cocu'nun kim olduğunu biliyordum fakat Müjgân kimdi?
Karısı mıydı, eski sevgilisi mi?
Müjgân, başıma ne geldiyse senin yüzünden geldi mi demek istemişti?
Yoksa durduk yere eski sevgilisi mi düşmüştü aklına?
İçeride gürül gürül yanan sobanın yanı başında emekliler uyukluyordu. Sabahın köründe daha çay demlenmeden geliyorlardı kahvehaneye, ceplerinde para yoktu, yediklerini, içtiklerini yazdırıyor, emekli maaşlarını aldıkları zaman hesabı kapatıyorlardı.
Gözleri sürekli kapıdaydı, tanıdık birileri gelsin, masalarına otursun, onları dinlesin, zamanında ne kadar önemli adamlar oldukları bilinsin istiyorlardı.
Kiminin prostatı, kiminin şekeri, kiminin gözünde katarakt vardı.
Evden çıktıkları zaman bu kahvehaneden başka gidecekleri yerleri yoktu. Arada içlerinden biri ölüyor, hep birlikte cenazeye gidiliyor, haftalar boyunca ölenin ne kadar iyi bir insan olduğu konuşuluyordu.
Akşam yemek yedikten sonra takma dişlerini su bardağına bırakıp geçmiş güzel günleri rüyalarında görme umuduyla erkenden uyuyorlardı.
Bazen farklı hatırlanan bir anı yüzünden kavga çıkıyordu.
O zamanlar da kahveci Mustafa giriyordu devreye;
“Torun torba sahibi koskoca adamlarsınız, yakışıyor mu size!”
Kavga eden emekliler ayrılıyor, farklı masalara oturuyor, azıcık küs duruyor sonra yine barışıyorlardı.
Emekliler kendilerine neyin yakışıp neyin yakışmadığını düşünürken Müjgân ne yapıyordu, kim bilir?
Hesap kitap yapan adamın karısıysa, evde çamaşır yıkıyor, yıkadığı çamaşırları asıyor, mutfakta yemek yapıyor, çocuğu uyutmaya çalışıyor olabilirdi.
Belki o da bir isim yazmıştı gazete kâğıdına!
Başıma ne geldiyse senin yüzünden geldi mi demek istemişti veya durduk yere eski sevgilisi mi düşmüştü aklına…
Genç kızlık hayalleri neredeydi şimdiki hayatı nerede?
Ajanslar yarından itibaren yeni bir soğuk hava dalgasının yurda gireceğini söylüyor, emekliler soba başında uyukluyor, Niyazi olmayan sevgilisiyle evlensin diye askerlik sırası bekliyor, Müjgân çocuğu uyuttuktan sonra komşuya geçiyordu.
Hayat akıyordu…