Ocakçı değişmiş, yüzünde kırmızı yara izleri olan, kır saçlı, çürük dişli bir garson, elinde tuttuğu tepsiden, bardağı masanın üzerine bırakıyor…
Çay soğuk!
Tadı, hatırladığım gibi değil.
Garsonu tekrar çağırıyor, çayı değiştirmesini istiyorum.
Yüzünün
ifadesi değişiyor fakat renk vermek de istemiyor, soran gözlere, konuşmasına
gerek kalmadan cevap veriyorum;
" soğumuş.”
Yapmacık bir tavırla " hemen değiştireyim” deyip ayrılıyor yanımdan…
Yaz gibi ama değil!
Güneş var.
Trakya’nın kuytusuna saklanmış ocakçısı değişmiş bir kır lokantasının asmaları kurumuş, yaprakları dökülmüş, müdavimleri azalmış çay bahçesi, sezonda düğün yapılan bölümündeyim…
Garson geliyor, çayı bırakıp gidiyor.
Eskiden olsa ses etmez aman kalbi kırılmasın, rencide olmasın diye düşünür, soğuk çayı içer, ardından tekrar isterdim.
‘Para veriyoruz kardeşim’ ayarında da değilim… İşi, çay demleyip satmak olan birinin, işini iyi yapmasını bekliyorum sadece…
Belki başımıza ne geliyorsa, kendimizi karşımızdakinin yerine koyup, ince düşünmemizden, idare etmemizden geliyordur!
Soğuk çaya sıcak de…
Yemek berbatsa leziz… Çirkine güzel… Seçim bizim başkanım!
Son cümleyi yazı güncel olsun diye sıkıştırdım araya.
Hakkını vermeyince güzel ve çirkinin arasındaki fark ortadan kayboluyor, kabiliyetli torpilli değilseharcanıyor, onu demeye çalışıyorum…
Garson içeride, aramızdaki sıklet farkını hesaba katmadan hakkımda atıp tutuyordur
" Soğuk deyince tepsiyi geçirecektim kafasına ama ne yapacaksın, ekmek parası!”
Öyle olur…
Olmayacak da nasıl önemli hissedecek vatandaş kendini… Yevmiye ile çalış, sigorta ya var ya yok, aldığın parayı götür hanıma ver, kiraydı, çocukların masrafıydı, odundu, kömürdü derken, günlerin, hayatın beş parasız geçsin sonrada yarmanın biri çayın soğuk olduğunu söylesin!
Olacak edepsizlik değil!
Tepsiyi vurmalıydı kafama!
Adam bir ferahlamalıydı, içinde yıllardır biriktirdiği zehri atmalıydı yahu!
Hem arada tepsiyi müşterinin kafasına vurmadıktan sonra garsonluk yapmanın keyfi mi kalırmış!
Teee seneler önce avcılar kulübünde garsonluk yaparken şimdi ben gibi olan müşterilere uyuz olurdum ne yalan söyleyeyim.
Cuma günü şehrin pazarı kurulur, civar köylerden, boyalı ayakkabıları, temiz pak kıyafetleri ile kasketli amcalar gelir, bahçedeki asırlık olduğunu tahmin ettiğim çınar ağaçlarının altına otururdu… Nasıl da keyifli olurdu orası…
Elimde iki üç bardağı götüremediğim için işimi sağlama alır, tepsi ile giderdim…
" Ağabey hoş geldin, ne alırsınız?”
" Ne var?”
" Çay, oralet, ıhlaaaamur, limonata gazoz…”
" Demli bir çay alayım, tek şekerli…”
Çınar ağaçlarının altı ile ocaklık bayağı bir yol… Çayı getiriyorum, ağabeyin yanına biri daha gelmiş… İlk gelen ev sahibi modunda; " sor bakalım ağabeyine ne içecek?”
" Ne içersin ağabey?”
" Ne var?”
" Çay, oralet, ıhlaaaamur, limonata gazoz…”
" Çay alayım ben…”
Gider, tekrar gelirsin, Yarabbi masada üç kişi olmamışlar mı?
" Sor bakalım ağabeyine ne içecek?”
" Ne içersin ağabey?”
" Ne var?”
" Çay, oralet, ıhlaaaamur, limonata gazoz…”
" Çay alayım!”
Üçüncü çayı getirdiğinde ilk ikisinin çayı bitmiş olur, gider gelirsin üçüncünün çayı biter…
Bu arada değişik sıfatlarla seslenir, çağırılar;
" Sarı! Çakır! Kirpi! Yavruum…”
Su bedava o zamanlar; " koş üç bardak su kap gel!”
Sula sula sula…
Bir dönersin çınar ağacının altında kimse kalmamış!
E hesap?
İş takibi markalardan yapılır, markalar eksik çıkar, yevmiye kesilir!
Nasıl olsa haftaya yine gelecekler diye geçirirsin içinden, gelirler de…
Utana, sıkıla gidersin;
" Ağabey geçen hafta parayı vermeden gitmişsiniz!”
Bir bakar adam;
" Yavrum ben çay tabağının altına koydumdu parayı, ya uçtu, ya başkası aldı!”
Dediğim gibi; arada tepsiyi müşterinin kafasına vurmadıktan sonra garsonluk yapmanın keyfi mi olurmuş?