Yazıp çizdiğimiz ilçe bazında mühim sayılan şahsiyetler var ya; dün aklıma ne takıldı… Bilmem ne oda başkanı, filanca partinin ilçe başkanı, şu veya bu kurumun müdürü… Daha çok işleriyle ilgili kamuoyuna mal olurlar. Ama düşünseniz ya onların da karnı sancılanır, morali bozulur, aşık olurlar, terk edilirler : )) Duygusuz, taş parçası muamelesi yaparız genelde… “Aman canım ne darılıyor ya da gönül koyuyor biz ona bir şey mi dedik görevini eleştirdik!” diyerek savunmaya geçeriz eleştirilerimize eleştiri ile karşılık gördüğümüz anlarda… Ama içten içe, aşina etmesek de biliriz canı yakmak istediklerimiz ve bu kasıtla sıraladığımız düşünceleri… Aslına bakarsanız, çokça görevidir gazetecinin övmek ve takdir etmekten ziyade eleştirmek, eksiklikleri, çoğunun ifade etmekten kaçındığı acı gerçekleri söylemek!
Genel kabuldür; her gelen vatandaşın derdine çere olacak, yüzü gülecek, selam verecek seçilmiş siyasetçi veya kamu görevlisi!
Ya derdi başından aşkınsa, kendine bile gücü kalmadıysa o an?
Ya çok veya hiçbir sebep yokken içinden gülmeyi bırak nefes alıp vermek bile zor geliyorsa o anda?
Ya da sadece dalgınsa ve yanınızdan gerçekten selam vermediyse görmediği içinse?
İlla yapacak, edecek, bilecek, görecek, söyleyecekleri kendiniz için de düşünüyor ve bu denli köşeli savunabiliyor musunuz?
İnsan bazen o hale geliyor ki (gerçi kendi kendimizi getirdiğimiz hususunda ciddi şüphelerim var benim) omuzları üstünde değil başını bütün vücut ağırlığını sığdırmış şekilde hayatta taşıdığı bir sürü kimliğin vazife gereklerini yerine getirmek mecburiyeti altında kaçınılmaz ve kurtuluş olmaksızın eziliyor.
Hayatınızda yanlış olan bir şeyi düzeltmek için belirlediğiniz yöntemin sonunda, bir sürü bedeller ödeyip, emek harcayıp, sabrettikten sonra başınıza daha büyük bela almış hissiyatı ne fena bir şeydir hiç yaşadınız mı?
Yaptığınız işte en iyisi olmak için kendi kendinize verdiğiniz söze değil de meğerse başkalarının takdirine ne kadar muhtaç olduğunuzu fark etmek ne büyük eziklik yaşatır insana bilir misiniz?
“İyilik”, “doğruluk”… Kime göre, neye göre… Bir değişken olmuş konumlar ve değerlendirmeler insandan insana, koşullara göre… Başkalarına bir şey anlatma çabası içinde kendimizi yitirir olmuşuz.
Dünyanın şirazesi kaymış, insanlar ne yapsın!?
Yeterince kastıysam, kalbinizi ve aklınızı rahatlatacak güzel bir yazı paylaşayım : ))
YAŞAMAK NEDİR?
“ ‘Nefes'tir dersem… ‘Aşk' küser mi? İyi de, ‘sevgili' de var. Yaşamak için bir de ‘ben' gerek değil mi? Yaşamak kocaman bir şey, belki de kendi rengini bulana kadar her renge bulanmaktır. Ya da başı ve sonu olmayan yolculuktur…
Yaşamak hırsızlıktır da, ömrümüzden neşeler çaldığımız, sevinçler yitirdiğimiz, mutluluklar kaybettiğimiz, gidenlere gözyaşları döktüğümüz, gelenleri büyük bir coşku ile karşıladığımız medcezir bir haldi belki de yaşamak…
Ya da iki ruhun tek bedene bürünüp, semaha durmasıdır yaşamak. ‘Aşk'ın ateşinde teslim olmaktır candan vazgeçip canana. Susuz kalmaktır bir denizin orta yerinde…
Ya da bütün renklere bürünüp yeni bir dünyanın resmini çizmektir yaşamak, sevmenin rengi var mı diye düşünmeden alacalı düşler ile dökülmek gerek dünyayı renk paleti yapıp düşlerimize…
Yaşamak, iki sözü bir araya getirip dostluğu anlatmaktır belki de… Demli bir çayı yudumlarken koca çınarın gölgesinde. Belki de sırtını yaslayıp bir söğüt dalına çığlık çığlığa şarkılar söylemektir çimenlerin sessiz boyun büküşlerine bakıp…
Yaşamak, iki kuru dalı bir araya getirip yakmak ve ateşinde sevgili olmaktır belki. Belki de rüzgârların delip geçtiği bir göğüs kafesine sarılmış kırmızı bir örtüye dokunmaktır yaşamak…
Yaşamak ‘aşk'tı belkide yanıp yakıla aradığın, nefesinden, canından, teninden bihaber gezdiğin, küle dönüp savrulduğun, bütün müziklerin notalarında bulduğun, O olduğun O'ndan geldiğin ve O'na döneceğin bir yoldur belki de yaşamak…
Yaşamak, biraz SEN, biraz BEN, biraz BİZ ve hep O olup, tüm varoluşta yitmektir belki de…
Yaşamak, iki nokta arasında yapılan bir yolculuktur belki de varmak istediğin yer ile çıktığın nokta arasında bazen kaybolmak, bazen yolda olduğunu fark etmek, bazen yarım kalan şeyleri görmek, bazen kendine suç ortağı olmak, bazen durup her şeyi izlemektir. Bazen de çıkıp kendinden dışarı kendin izlemektir. Belki de yaşamak yaşama bıraktığın izlerdir.
Yaşamak burada olan herkeste olandır ve onlardan gelendir ve geleni görmektir yaşamak. Gördüğünü okumak kimisine gülmek, kimisine hüzünlenmek, kimisine gözyaşı dökmektir belki de yaşamak…
Yaşamak gözlerini açtığında gördüğündür belki de görmeyen gözlere sahip olup parmak uçları ile sevgiliye dokunmaktır yaşamak. Duymamaktır bütün notaları, söyleyememektir şarkıları ama rengini görmektir sevmenin…
Yaşamak, Tanrı'dan borç alınmış bedenin, Tanrı'ya olan geri ödemesidir belki de… Kim bilir…”
*Murat Tali
Not: Adil Abi bunu sonuna kadar okumadıysan gücenirim : )))