Limon ve portakal çiçeği kokuları, sakinlik, dinginlik, bahar…
Yaklaşık on iki saat süren yolculuğun ardından daha önce tanışmamış olmamıza rağmen bahçenin kuytusunda bizi bekleyen ahşap masa.
Soluklanmak için oturuyor ciğerlerimiz ne kadar yeterse o kadar, havayı içimize çekiyoruz.
Antalya'da Kaleiçi'nde önceleri Rodoslu Hayriye'nin Konakları olarak bilinen, şimdi Deja vu ismiyle anılan oteldeyiz.
On beş odalı, 178 yaşında ağaç kovuğu.
Küçük fakat sevimli, o kadar temiz bir odaya düşüyorum. Pencerem dar bir sokağa bakıyor, bazı odaların surları ve ardından Akdeniz'in maviliğini gördüğünü sonradan öğreniyorum.
Ne çok severim gündüz uykusunu, pencereyi aralayıp, yol yorgunluğuna inat karyolanın kucağına bırakıyorum kendimi, tülün rüzgarla flörtünü izlerken, göz kapaklarım ağırlaşıyor ağırlaşıyor, göz kapaklarım örs, begonviller, kumrular, zaman yitiyor…
Başka zamanda güneşli bir güne açıyorum gözlerimi, aylardan temmuz sanki,sırtımı salkım söğüt ağacına yaslamış, çıplak ayaklarımı uzatmış öyle oturuyorum. Erik yeşili dere, gözlerim salınan kırmızı şamandırada…
Balığa gelmişim demek.
Dere neredeyse artık?
Ben neredeysem?
Ne kadar oturdum o ağacın altında ve ne kadar baktım o kırmızı şamandıraya?
Gürültüye açıyorum gözlerimi.Yan odaya birileri yerleşiyor…
Mekanı anlamaya çalışıyor, şimdiki zamana dönünce saate bakıyorum, yok artık, üç saat uyumuş muyum yahu!
Şu Rodoslu Hayriye nasıl bir kadındı acaba?
Mübadelede Girit'ten yolu düşmüş buralara, o dönemin zengin- lerindenmiş besbelli, şu kaldığım küçük odanın duvarları nelere şahit oldu kim bilir?
Hangi yaşanmışlıkları ve de hangi sırları saklıyor?
Duş alıp çıkıyorum otelden.
Arnavutkaldırımı dar sokaklar hafta içi olunca tenha.
Bu nem, bazı binaların önünden geçerken iliklerime işleyen küf kokusu, neden bilmem eski Türk filmlerini getiriyor aklıma, Sadri Alışık, Ayhan Işık, Belgin Doruk, köşeyi dönünce kol kola çıksalar karşıma, şaşırıp, mantık aramayacağım, o hesap.
Köşeyi dönünce Kaleiçi Meyhanesi çıkıyor karşıma!
İyot ve anason kokan, otuz beşlikle başlayan, barbuna kesmiş bir hikayenin ortasında buluyorum kendimi.
Nisan ayında dal bakalım ne kadar midye çıkaracaksın?
Ne demiş James Bond; " Tekne limanda güvenlidir ama teknenin amacı bu değildir..."