Ali Gülcü

Öğrenmek bazen uzun sürer

Çınar ağacı, kırmızı yağmurluklu adam ve yanında köpeği. Saatlerce oturdular bankta. Sırtları dünyaya, yüzleri denize dönük. Can sıkıntısından geleni geçeni izliyorum. Fotoğraf çekenler, el ele, kol kola gezenler, farkında olmayanlar, yere bakarak dalgın yürüyenler, düşünceliler, ayaklarını sürüyenler. Onlardan birinin yerine kendimi koyarak hikayeler uydurabilir, komşu masalara çaktırmadan peçetenin üzerine yazabilirim. Kalemin mürekkebi akar, peçeteleri ceplerime doldurur unuturum. Öyle oluyor. Bu sabah eski bir arkadaşıma tesadüf ettim zayıflamış, alnı açılmış. Kaybettiklerinden, beklentilerinin azaldığından, evden çıkmak istemediğinden, dünya hallerinden anlattı, dinledim. Hiç iyi şeyler konuşmadık açıkçası. Ayrılınca hayatımıza giren insanların ne kadar önemli olduğunu düşündüm. Sürekli hedefleri olanlar, hayattan keyif alanlar, balıkçılar, meyhane müdavimleri, kitap kurtları, eli kalem tutanlar, gülümseyenler. Dibi bataklık bir suda ayakları dizlerine kadar gömülmüş, kurtuluş için çaresizce akıntı bekleyenler. Suyu, bataklığı tanıyanlar ve akıntı bekleyenlere isteseler bile yardım edemeyeceklerini bilenler.
Herkesin dağı başka.
Yolları, patikaları, ağaçları ve çiçekleri de!
Biri “su birikintisi” der güler geçer, “kör kuyu” diyenler olur. Okyanusun ortasında küçük bir ada, gökyüzünde serseri bulut, su almaya başlamış kayık.
Acaba yarın ne olacak, dün keşke böyle yapmasaydım döngüsünde ziyan olan bugün!
Kaçırılan fırsatları, geçmişte yapılan hataları, yanlış seçimleri ve de acemice bağlanmış oltalar yüzünden anlatılamamış öyküleri sırtımızda taşımanın faydası var mı?
Anlatacağım hikayeyi Robın Saharma'dan okudum.
Adam ve Tanrı sahilde yürüyor, kumun üzerinde ikisinin ayak izleri kalıyormuş. Tanrı adama yaşadığı hayattan kesitler gösteriyor ve tavsiyelerde bulunuyormuş. Adam başına gelen kötü olaylarda kumun üzerinde sadece kendisinin ayak izleri olduğunu fark etmiş. Tanrıya sormuş, “ben bunları yaşarken sen neden yanımda yoktun?”
Tanrı gülerek cevap vermiş, onlar benim ayak izlerim, “seni kucağımda taşıyordum.”
Yıllar önce karanlıkta gördüğümüz yılan değil kurumuş bir ağacın dalıymış meğer.
Nerde durduğumuz da önemli sanki. Burada güneş batıyorsa dünyanın başka bir yerinde insanlar yeni güne merhaba diyor.
Sığ genişlik de iyidir!
Aslında nasıl seviyorsak öyle. Çikolatalısı, vanilyalısı, şekerlisi, sadesi.
Acıyı tercih edenleri dışlayabilir miyiz?
Esnaf lokantalarını getirin gözünüzün önüne. Masanın üzerinde tuz, karabiber, kırmızıbiber. Kimse işkembe çorbasını ballı içmez. Sirke olacak ve de sarımsak.
Komedyenlerin posterleri süslemez nemli meyhane duvarlarını. Sadri Alışık hariç.
Top çizgiyi geçmiştir fakat siz başkaları “gol” desin diye beklersiniz.
Tribünlerin o coşkulu alkışını, binlerin yapacağı tezahüratı, arkadaşlarınızın tebriklerini…
Ne kadar iyi kaleci olursanız olun ümit bazen terse yatırır.
Zamanla göz kenarlarınızda kırışıklar oluşur, kaşlarınız uzar, saçlarınıza aklar düşer, futbolu bıraktıktan sonra kilolu ve göbekli bir adam olur çıkarsınız. Mahalle kahvesinde eski maçları anlatırken yakalarsınız kendinizi, utanırsınız da.
Bir zaman sonra aynaya bakarken tezahürat beklemenin boş olduğu dank eder.
Topun çizgiyi geçtiğini sadece sizin bilmeniz önemlidir hepsi o kadar!
Ah o zamanlar şimdiki aklınız…maalesef.
Bazen öğrenmek çok uzun sürer fakat hiç idrak edememek de var.
Misafirlere şirin görünmek için en pahalısından yemek takımları alınır fakat hiç misafir gelmez.
Çeyiz sandığınız kalır öyle, içinde neler neler.
Çıkacağınız dünya turu için para biriktirirsiniz, biriktirirsiniz, sonra biriktirdiğiniz o para dünyanız olur.
Gezmiş gibi oldunuz mu bilmem!
Araba yerine uçakla, doksanla gideceğimize yüz otuzla, çabuk olsun diye kestirmeden gideriz. Sırf zaman kazanmak için.
Şimdiye kadar uç uca ekledik de ne yaptık o kazandığımız zamanları?
Yolların, yolda kalmaların, kaybolmaların, aramaların, molaların keyfini çıkarsaydık keşke.
Parmak arası terlik umursamazlığı!
Yani televizyonda izlediğim o kavruk arkadaşın söylediği gibi, “Ne içinizdeki dünyaya sığabilirsiniz ne dışarıdaki sokaklara…”
Mesele sığınmaktır oysa.
Yılmaz Erdoğan'ın Sana Bakmak şiirinde dillendirdiği gibi;
“Her şey yapılabilir bir beyaz kağıtla.
Uçak örneğin, uçurtma mesela…”

YORUM YAP