İlker Bayrak

Öğrenmeyi Bilmek

Ünlü yazar Alvin Toffler'ın söylediği gibi“21. Yüzyılın cahilleri okuma yazma bilmeyenler değil, öğrenmeyi bilmeyenler, öğrendikleri yanlış bilgileri değiştiremeyenler ve yeniden öğrenemeyenler olacaktır.” Harika bir söz değil mi? Bence öyle... Aslında yazının başlığı 21. Yüzyılın Cahilleri de olabilirdi. Daha esrarengiz bir başlık olurdu? Öğrenmeyi bilmek başlığına göre, eminim daha çok okunurdu. Bu konuda da bir araştırma var, yani yazıların kitapların başlığı okunma oranlarını etkiliyormuş, ama konumuz bu değil; bunu ayrıca başka bir gün yine konuşuruz. Konumuz neydi efendim: “Öğrenmeyi Bilmek”. Öğrenme işinin öğrencilere ait olmadığını bilmek, öğrenci olmaya bir yaşam boyunca devam edebilmek, o ruhu kaybetmemek... Toffler, aslında çok gerçekçi bir tespitle çıkıyor karşımıza... Cahillik kavramını “okuma yazma”ya indirgemek artık pek modası geçmiş bir eğitim yaklaşımı... Öğrendikleri yanlış bilgiler diyor yazar. Ben buna şöyle bir şey daha eklemek istiyorum: “Bildiğimiz, zamanında doğru olan ama şimdi eski olan ve geçerliliğini yitiren bilgilerimizi değiştiremeyenler”... Bu da duraklama demek olur ki, bence cahillik sayılır. Her şey hızla değişiyor. Bilginin sınırları ve tanımı bile değişirken, yıllar önceki bilgilerimizle; 21. yüzyılın münevveri veya aydını olamayız. Yıllar önceki yaklaşımlarla 21. yüzyıl münevverlerini veya aydınlarını yetiştiremeyiz. Bilgilerimizi ve yaklaşımımızı sürekli öğrenci kalarak yenilemeli, öğrenmeyi bilmeliyiz.
Eğitimde dijital dönüşüm artık geri dönülemez bir süreç... Bu geri dönülemez süreç çoktan başladı. Bu değişimi doğru yerden yakalayan toplumların öne geçmek için ellerinde çok önemli bir fırsat var. Problem çözen, işbirliği yapabilen, bilgiyi tüketen değil bilgiyi üreten bireyler yetiştirebiliriz. Sosyal uyumu iyileştirebilir, cinsiyet ayrımını azaltabiliriz. Kulağa hoş geliyor. Hepsini öğrenmeyi öğreterek yapabiliriz. Bilgi vermek değil, bilgiye erişimi öğretmek, belki de bilgiden bilgiye ulaşmak, bilgi üretmek ve ürettirmek. İşte bütün mesele bu. Sabah akşam Shakespeare oyunu izlerseniz işte olacağı bu. Cümlelerim de Shakespeare gibi olmaya başladı. Bu arada Shakespeare demişken bu hafta 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü vardı. Tüm sanatçılarımıza ve tiyatro severlere kutlu olsun. Ayrıca ünlü sanatçımız Melek Baykal, İsmail Dümbüllü Ödülüne layık görülmüş. Kendisini tebrik ediyorum. Televizyondaki başarılı çalışmalarının yanı sıra, çok iyi bir tiyatro sanatçısıdır Melek Baykal. Kendisini yıllar önce Çetin Tekindor ile birlikte Kral Lear oyununda izlemiştim. Ne güzel ki böyle usta sanatçılarımız var. Melek Baykal şimdilerde TiyatroKare'nin prodüksiyonunda Ahududu oyununda sahne alıyor. Ben henüz gidip izleyemedim; ama bu sezonun başarılı işlerinden olarak ses getiriyor. Türkiye turneleri ve İstanbul temsilleri kapalı gişe oynayan oyunu izlemenizi tavsiye ediyorum. Yıllar önce rahmetli Suna Pekuysal oynamıştı bu oyunu. İstanbul Şehir Tiyatroları yapımı oyunda kimler yoktu ki... Cem Davran, Ani İpekkaya... Hani öğrenmeyi bilmek ve öğrenmeyi öğrenmek dedik ya, işte insana ait her türlü duyguyu ve yönü öğrenebileceğiniz mekânların başında gelir tiyatrolar...
Eğitimle sanatın uzun zamandır birbirlerine yaklaştıklarını dünyadaki örneklerden de biliyoruz. Sanat, toplum için mi sanat için mi tartışmasına girmeyeceğim tabi ki. Ama ne kadar sanat için olursa olsun, her eserin biraz olsun bir ibret ve eğitim yönü yok mu? Aslında her sanatçı da bir öğretmen. İşini aşkla, oluşturmacılıkla, hayal gücü ile yapan yenilikçi öğretmenler de birer sanatçı. Kavramların hızla birbirlerine yaklaştığı; globalleşmenin arttığı dünyada; eğitim tüm sektörlerde eskiden beri var olagelen yerini, bu sektörlere has özellikleri bünyesine alarak genişletiyor ve ilerletiyor. Robotlarla uğraşmak için ya da kodlama yapmak için bilgisayar mühendisi olmak gerekmiyor. Bunu görmek gerekiyor sadece... Bütün dünya disiplinler arası çalışmaya önem veriyor. Zaten proje tabanlı öğrenme deyip duruyoruz. Projeler diyoruz, projeler üretiyoruz. Öğrenci süreç içinde birden fazla disiplinde kendisine uygun modelleri görebilsin, keşfedebilsin; yeni roller geliştirebilsin ve eğitilsin diye. Oysa hala 1940'ların yaklaşımı ile ders yapmak; FATİH PROJESİ'nin ruhuna yakışıyor mu? Bize, biz eğitimcilere çok büyük görevler düşüyor. Öğrenmeyi bırakmamalıyız. Öğretirken, öğrenmeye devam etmeliyiz. Milli Eğitim Bakanlığımızın FATİH PROJESİ bize çok güzel fırsatlar sunuyor. Her defasında söylüyorum. Akıllı tahtalar, tabletler dünyada eşine rastlanamayacak kadar ileri bir teknoloji. Fırsat eşitliği sunan mükemmel bir altyapımız var. Anadolu'nun ücra gördüğümüz bir köyü artık o kadar da ücra değil. Yaklaşıyoruz, teknoloji ile yaklaşıyoruz. Teknoloji hepimizi yaklaştırıyor. Meslekler, eğitim alanları yaklaşarak birleşiyor. ARGE'ye katkı sağlayan, üreten bir nesil yetiştirmeliyiz. Bilgi üretmek için yaklaşmalıyız. Bilgiyi ezberleme, beyninde depo etme dönemi artık kapandı. Klasik metotlar artık bitti. Teknoloji ile savaşarak değil, teknolojiyi kullanarak; sürekli öğrenerek ve öğreterek süreçte varlığımızı sürdürebiliriz. Ünlü yazar Alvin Toffler'ın söylediği gibi“21. Yüzyılın cahilleri okuma yazma bilmeyenler değil, öğrenmeyi bilmeyenler, öğrendikleri yanlış bilgileri değiştiremeyenler ve yeniden öğrenemeyenler olacaktır.” Hoşça Kalın.

YORUM YAP