Anayasa değişiklik teklifi sürecini yorumlayan Silivri Belediye Başkanı Özcan Işıklar, topraklarımızda verilen demokrasi mücadeleleri ışığında kuvvetler ayrılığı hassasiyetine dikkat çekti, toplumsal mutabakat ve de olağan koşullar şartlarına işaret etti.
Anayasa değişiklik paketi konusunda gazetemize değerlendirmede bulunan Silivri Belediye Başkanı Özcan Işıklar, kuvvetler ayrılığının önemine işaret etti ve olağan üstü koşullarda konunun ısrarla değerlendirilmek istenmesini doğru bulmadığını ifade etti.
IŞIKLAR: 200 YILA YAKLAŞMIŞ BİR DEMOKRASİ MÜCADELEMİZ VAR
Işıklar, Türkiye Cumhuriyeti ve öncesinde topraklarımızda verilen özgürlük mücadelelerine atıfta bulunarak, 200 yıl geriye dayanan bir demokrasi çabamız olduğuna işaret etti ve şöyle konuştu: “Türkiye Cumhuriyetinin demokrasi kültürü 150 yıl öncesine dayandırılıyor. Dünyada bütün demokrasilerin gelişmesinin altında yatan o büyük mücadele aslında Osmanlı'da da yaşandı. Çok sığ sayılan sadece 1946 çok partili siyasi rejime geçmekle sınırlı sayılan demokrasi mücadelemiz aslında çok öncelerine 1839'da Tanzimat Fermanıyla başlayan çabalara değin ulaşmakta. Bizim aslında çok derin 200 yıla yaklaşmış bir demokrasi mücadelemiz var. Bu mücadelenin altında yatan en önemli gerçeklik bütün dünya ile birlikte bu coğrafya üzerinde de gücün dengelenmesi, güç ve kuvvetler ayrılığı. Halkın, hükümdarlarının gücünü kendisiyle paylaşılması konusunda dünyanın pek çok gelişmiş demokrasisinde vermiş olduğu mücadelenin benzerini, belki çok derinleşmeden, halka yansıtmadan aydınlar seviyesinde kalarak, belli bir entel kesim üzerinden olsa da Türkiye Cumhuriyetine gelene kadar Osmanlı'dan beri 200 yıldır bizim topraklarımız da şahitlik etti. Bunun temel gerekçesi şunlardır: insanlık tarihi boyuncu kuvvetlerin tek elde toplanmaması, vatandaşın ülke ve kendi kaderi hakkında söz sahibi olabilmesini, kendi yaşam tarzını belirleme konusundaki iradesini elinde tutma isteği. Bu mücadeleyi kimisi Avrupa'da Rönesans'ta, aydınlanma döneminde kiliseye karşı, kimisi hanedanlıklar ve krallıklara karşı vermiştir. Kimisi de Birinci ve İkinci Dünya savaşlarını yaşatan baskı rejimlerine karşı vermiştir. Ama sonuçta demokrasiye, insanın doğuştan gelen hak özgürlüklerini koruma isteği bitmeyecektir. Bunu yasa ve Anayasalarla güvence altına alma istediği bundan sonra da sürecektir.
Önemli olan iradenin kaynağına dönmesidir. Bütün ve asıl unsur budur. Türkiye'de yaşanan süreç 1938'de Tanzimat Fermanıyla başlamış 1856'da Islahat Fermanıyla devam etmiş ve en önemlisi 1876'da Kanuni Esasiyle ilk Anayasamız o günün koşullarında ve Avrupa'da edinilmiş hakların gerisinde olmasına karşın yine de kendisini yeryüzünde Allah'ın gölgesi olarak tanımlayan bir padişaha karşı önemli bir adımdı. Gücün ve kuvvetin halka dönmesi, kuvvetler ayrılığın sağlanması açısından çok anlamlıydı.
1876 Anayasası olarak da bilinen Kanun-i Esasi, aslında padişahın egemenlik haklarına bir kısıtlama getirmiyordu. O gün Kanuni Esasi'nin çok kısa bir maddesini bugünle kıyaslamak için paylaşarak istiyorum… “Yürütme yetkisini tümüyle elinde tutan padişah, sadrazam ve vekilleri (bakanları) istediği gibi atayıp görevden alabiliyordu. Meclisin vekiller üzerinde denetim yetkisi yoktu. Padişah, savaş ve barış yapma, istediğinde meclisi kapatma ve yeniden seçimlere götürme yetkisine de sahipti. Ayrıca padişahın, "kamu yararı için" polis soruşturması sonucunda kişiyi sürgün etme yetkisi vardı.” Hükümdara tanınan yetkiler meclisi feshetme yetkisinden tutun yürütme ve karar organlarını beraberinde taşıyor olmasına rağmen o gün için Osmanlının attığı adımı anlamak açısından, kendini yeryüzünde Allah'ın gölgesi sayan bir anlayıştan yazılı bir Anayasaya geçme konusunda önemli bir adım sayılıyordu.
“BUGÜN GETİRİLMEK İSTENEN YETKİLER 141 SENE ÖNCE KABUL EDİLEN KANUNİ ESASİ'NİN GERİSİNDE”
Bugüne baktığımızda gündemimizdeki Anayasa değişikliği maddelerinin 1876'daki Kanuni Esasi'nin gerisinde kalan maddeler olduğunu görüyoruz. Bu çok tehlikeli bir geri dönüş. Açık toplumlarda üretim, yenilik, zenginlik, refah, özgürlük, toplumun gelişmesi açısından önemli bir kısıtlama getirilmek isteniyor.
En önemlisi de dünya ve insanlık tarihinde en önemli mücadele kuvvet ve gücün tek elde toplanmasının ne kadar büyük bir tehlike olduğu ile ilgili ve nasıl sonuçlar yarattığını da hep birlikte gördük. Bu konuyu bir şahısla alakalı değerlendirmeyerek konuya objektif bir yaklaşımla bakmalıyız. Kişiye indirgenerek yapılmak istenen Anayasal değişikliğin değerlendirilmesini doğru da çok sağlıklı da bulmuyorum. Kişiler fani, ülkeler kalıcıdır. Ve onların imkânları, kaynakları, hukuku, yapısının tek kişinin iradesine teslim etmek tehlikesini gelecekte kaçınılmaz olarak yaşarız.
“OLAĞAN ÜSTÜ KOŞULLARDA ANAYASA YAPILMAZ”
Anayasalar yapıları gereği katılımcı, çoğulcu, kararları aylarca, yıllarca toplumun iradesinden süzülerek, yaşam biçimi, kültür, bilgi, tecrübe ve seviyesine uygun olarak, halkın iradesini yansıttığı zeminlerde tartıştıktan sonra oluşturulmalı. Bu onları daha anlamlı, değerli ve kalıcı kılar. Ülkenin olağan üstü durumu ve koşullarında yapılıyor olması bile bu Anayasanın sıkıntılı olmasına başlı başına sebep.
Anayasa değişikliği toplumun geniş bir kesiminin değerlendirilmesi ve ardından mutabakatına dayandırılmalı. Bütün demokratik kuruluşlar ve baskı grupları buna ilişkin kamuoyuyla görüşlerini özgürce değerlendirme imkânına sahip olmalı. Anayasaların toplunun geniş bir kesiminin anlaşması ile ortaya çıkması gerektiği tartışılmaz. Türkiye Cumhuriyetini parti devleti haline getirecek sakınca içeren bir Anayasa değişikliği ile karşı karşıyayız.
Yaşadıklarımızın halkın nazarında muhakkak bir değerlendirmesi ve karşılığı olacak. Halka sorulması gereken kıstas Referandum sürecinde oluşunca aradığımız pek çok sorunun cevabını da almış olacağız diye düşünüyorum.”
Sevginar SALİ