Adamın ifadesine bak hele, “birini öldürmem gerekiyordu, güçsüzdür karşı koyamaz diye kadın olmasını istedim!” ve sonra Ataşehir ilçesinde, yani şehrin göbeğinde elinde samuray kılıcı olan insan görünümlü yaratık Başak Cengiz isimli hayatının ve umutlarının başında bir kızcağızı öldürüyor.!
İçim daralıyor kumandayı alıp kanalı değiştiriyorum. Televizyonların hemen hepsinin aynı saatlerde hep aynı haberleri döndürüp durduklarını bilsem de, daha katlanılabilir şeyler duymayı umarak şöyle bir ekran turu yapayım istiyorum. Daha on saniye geçmeden, taşeron bir firmada inşaat işçisi olarak çalışan yirmi üç yaşındaki atanamayan öğretmen gencin iş kazası sonucu yaşamını yitirdiği haber ediliyor. Offfff....offf!
Tektar zaplıyorum. Boşanma aşamasında olan adamın eşini sokakta öldürdükten sonra, karşı kaldırıma geçerek sigara yakıp ölmesini beklediği gösteriliyor! Hemen ardısıra, trafikte bir sürücünün diğer sürücüye elindeki sopayla saldırıp, kendisini engellemeye çalışan etraftakilere de tehditler yağdırdığı ekrana yansıyor. Şimdi de, cinayet işleyen şahsın takım elbise giyip geldiği duruşmada (yargıyı etkilemek niyetiyle!),eşinin kendini aldattığı iddiası ve iyi hal belirtisi ile “ağırlaştırılmış müebbet” olan hükmünün mahkemece müebbette dönüştürüldüğü var ekranda. Ne oluyor, nereye gidiyoruz böyle! Kardeşim yeter...yeter tükendik gayrı! O zarif adamın (Cahit Zarifoğlu) dediği gibi, “Ben bu çağdan nefret ettim, etimle kemiğimle nefret ettim.” Yeter!
ÖLMEK YOK!
Eğer, bir gün gerçek manada insanların eşit olduğunu görebilecek miyiz diye üzülüyor ve merak ediyorsanız evet göreceksiniz. Hem de sonsuza kadar eşit yaşayacaklarına tanık olacaksınız. Üzerindeyken sahibi olduğumuzu zannettiğimiz toprak, büyük bir kadirşinaslık gösterip altında hepimize aynı büyüklükte yer verecek mesela. Ve bir müddet sonra kara toprağın karnında aynı eşitlikle azot olacağız.. Bir gün mutlaka herkes.. bütün kudret sahipleri, makam mevki sahipleri azot olacak, gübre olacak göreceksiniz!
Eeee! Veysel boşuna “benim sadık yarim kara topraktır” diye ömrünce vefasını ve sevdasını seslelendirmemiş değil mi!
DİLEK YETKİN…
Aldığım davet üzerine, saat 15:00 gibi Dilek Yetkin Akademinin konuğu olarak, Dilek hanım ve okulunun değerli öğretmenleriyle buluştum.
Bir karış boyumla dağlar kadar düşü taşıdığım, dağlar kadar umudu sırtlandığım.. ve küçücük düşlerimden koca dünyayı içine alacak ölçüde sevinç büyüttüğüm günlere döndüm sayelerinde! Daha okulun kapısından adımımı atmamla yeniden çocuk oldum, tekrar çocukluğumun tasasız, çekincesiz yıllarına vardım. Uzun konukluğumda, uzun uzun konuştuk hepsini kendisiyle. Bir fikir, sizi olmanızı istediğiniz zamana, yaşamaktan mutluluk duyacağınız zemine götürüyorsa; bir de içinizde ılık ılık düşlerinizi dolaştırıyorsa başarılı olmuş demektir arkadaş! Çünkü bugün şahsını ve değerli eğitimcilerini ziyaretimde çocuk olasım ve hep çocuk kalasım geldi içimden.. sayelerinde, çocukluğumun da eşlik ettiği çok hoş saatler geçirdim doğrusu. Bu güzel sohbetin sonunda günün anısına kendileri için kitaplarımı imzalama fırsatı da buldum elbette.
Dilek kardeşime ve değerli öğretmenlerine bir kez daha içtenlikle teşekkür ediyorum.
***
HADİ..YİNE GEL GÖNLÜMÜZÜN HİZASINA
DİYELİM Kİ GÖNDERİÇ YIKILMAMIŞ,
DİMDİK DURUYOR KARŞIMIZDA..
(Selçuk Hazinedar ağabeyime acil şifalar dileyerek...)
Ne yangınlardan geçtin sen, yalımları taaa semaya vuran! Cefakeşlerin ve fakirlerin ezildikçe feri sönmüş gözlerinin, sağıla sağıla çöpe dönmüş bedenlerinin içinde kimseye göstermediği çelik gibi sertleşmiş umutlarını, devrim inancınla bir edip ne kor ateşlerin içinden geçtin sen.! Bin derece sıcaklıkta ergimeyen sana ne eyler zamanın zemheri sayrılığı.
Aşut yaylası gibi.. ve dereleri, su nilüferleri, çiğdemleri, ak zambakları gibi kendinden vazgeçerek hayat taşıdın, devrimin baharını taşıdın azalan dirimin içine!
Şimdi nasıl vazgeçelim çıldırmış kokusunu, fisil fisil titreşen diriliğini, binlerce rengin en asudesini getirip canımıza bıraktığın bu güzelliklerden!
Hadi silkin de dön aramıza.. yekin de em gibi sür umudunu her bir yaramıza. Yine dur gönlümüzün hizasında, diyelim ki Gönderiç yıkılmamış, dimdik duruyor karşımızda!
Hadi tez iyileş. Kimi insanların eksikliği dağlar kadar büyük boşluk bırakır; yaylalar genişliğince tazelik, bahar eksilir insanlığın önünde, ardında.. tez iyileş bekliyoruz can ağabeyim.
HAYAT SANAT ÜZERİNE..
Diyelim ki bana, sanat ne işe yarar? Sanatçı kime denir? Bir de, hayat ile sanat arasında doğrudan ilişki nasıl kurulur diye sordunuz? Kısa cevabımdır: Robin Williams sokakta yaşayan evsizlerin çeşitli ihtiyaçlarının karşılanması ve her filminde rol verilmesi şartını sözleşmeye yazdırmadan asla imza atmıyormuş. Bu sayede onun başrol oynadığı yapımlarda binin üzerinde sokakta yaşayan insana yer verilmiş ve gereksinimleri karşılanmış.
İşte bu, Antik Yunan'da adı konulan sanatın katharsis boyutunun vicdani tezahürüdür.. al sana safi sanatçı, al sana sanatın hayatı daha yaşanılır kılan en doğru yaklaşımı.. ayakta alkışlıyorum büyük sanatçıyı..
DOSTLUK, VEFA, ASALET...
“Sonunda Ataç Kırtasiye'den değerli dostum İbrahim Çeşmecioğlu'nun kitaplarını edindim.
Daha ilk sayfalardayım ve beklentimin boş olmadığını görüyorum.
Önsözünde yazdığı vasiyetine bakar mısınız?
“Her ölüm yıldönümümde mahallemize, olmazsa ormana birer çınar ağacı diksinler.
Ve bu ailemizin nesilden nesle süren geleneği, ortak mutluluğumuz olsun.
Geçmişimiz yüzyıllarca insanlığın içinde ormana dönüşsün.
Oksijen olsun her daralan yürüğe, sevda olsun can evinden sevene, gölge olsun yorulup da gelene…
Binlerce masalı, yüzbinlerce öyküyü yaprak yaprak taşısın.”
Kitabı büyük bir keyifle okuyorum.
Dostluğundan onur duyduğum bu güzel insanı kutluyorum.
Nazımla uyuyup, Nazımla uyanan yüreğine bin selam olsun…”
Dostlarının başarısını yüksünmeden, yorulmadan ve yerinmeden paylaşmak asil ruhlu insanların şanındandır. Sağ olasın Süheyl ağabeyim, yüzün solmasın, gönlün yorulmasın hiç.