Uğur Türkyılmaz

Osmanlı veraset sistemi...

Selçuklulardan sonra Türk adını yine bir imparatorluk ile anılmasını sağlayacak olan Osmanlılara bir göz attığımızda, onların kurmuş oldukları devlet yönetim sistemi İslami unsurların Orta Asya'dan getirdikleri örf ve adetler ile harmanlanması sonucunda oluştuğunu görmekteyiz. Osmanlı tarihlerinde hanedanın kökeni, Osman Gazi'nin babasının Ertuğrul, onun da babasının adının Gündüz Alp olduğu bilinmektedir.
Osman Bey'den sonra yerine geçen oğlu Orhan Bey zamanında Anadolu topraklarından ilk defa Rumeli'ye geçilmiştir ve gelişi güzel akınlardan ziyade buralarda kalıcı tutunulacak siyasi hamleler uygulanmıştır. Aşiretin salt yapılanması yanında oluşan siyasi yapının çatısının temellerinin kuruluş dönemi itibari ile bağlı oldukları Selçuklu devlet teşkilatında etkilenmiş oldukları bariz bir derecede görülmektedir. Bunu ileride kuracakları devlet teşekküllerinde Selçuklu devlet yönetimi ve askeri konularda onlarda bazı örnekleri uyguladıklarını görmekteyiz.
Osmanlı tarihinin en dikkat çekici özelliği, adını kurucusundan alan tek bir hanedanın, İslam dünyasında benzeri olmayan bir süre hüküm sürmüş olmasıdır. Bu tek hanedan altı asır boyunca genel kabul gören bir soy olarak tahtta birbirini takip eden 36 ferdiyle üç kıtaya yayılan imparatorluğu bir arada tutan yegâne unsur haline gelmiştir. Bu uzun süren hanedan hükümdarlığının en önemli sebebi “tebaanın hanedana olan Kat'i bağlılığı” dır. Bu düzlemde halk, idareci, asker ve ilmiye sınıfı hep birlikte mevcut padişahı tahttan indirebilir ve hanedanın başka bir üyesini tahta çıkarabilirdi. Ancak Osmanlının mutlak hâkimiyetini ve iktidarını hiçbir zaman sorgulamaz veya tartışamaz. Bu büyük bağlılığın iki temel kaynağı olarak ilki; Orta Asya Türk-Moğol geleneklerine dayanan egemenliğin ilahi güçlerce seçilmiş bir aileye verilmesidir, bu açıkça bir “Kut” inancına işarettir. Ancak burada Cengizliler ve Selçukluların takip ettiği veraset uygulamasında bir değişim görülmektedir. Moğol ve Selçuklulardaki uygulamaya göre Orhan babası Osman'ın vefatı üzerine Osmanlı toprakları üzerinde tek başına iktidara geçmek yerine, diğer kardeşleri arasında bu toprakları paylaştırması gerekirdi fakat o diğer erkek kardeşlerinin olmasına rağmen tek başına iktidarı eline almıştır. Babadan oğula iktidarın el değiştirmesi daha öncede görülmüştür ancak bu noktada farklı bir veraset anlayışının oluşmaya başladığını görmekteyiz. Osmanlı veraset sistemi içerisinde uzun imparatorluk süreci boyunca bazı değişimler göstermektedir. 17.yy başlarına kadar kimin padişah olacağı önceden tespit edilmemiş, eski Türk saltanat sistemi devam ettirilmiştir. Burada işaret edilen saltanat sistemi karizmatik liderin diğer kardeşleri bertaraf ederek iktidarı ele geçirmesine işaret eder. Taht mücadelesi olarak adlandırdığımız olaydan zafer ile ayrılan şehzadenin iktidarı ele aldıktan sonra oluşabilecek muhalif güçleri ortadan kaldırmak için kardeş katli uygulamasını yaptıkları görülmektedir. “Kardeş katli” Fatih Sultan Mehmet dönemine kadar uygulana gelmiştir. I. Beyazıd döneminden itibaren görülen bu uygulamayı, devlet yönetiminde benzersiz bir devlet olduğunu açıkça ifade eden I. Mehmet şu sözleri söylemiştir; “Osmanlı Sultanlarının başlangıçtan itibaren tecrübeyi rehber edinirler ve yönetimde ortaklığı reddederler.” Bu sözden hareketle Çelebi Mehmet gibi Fetret devrinde (1402-1413) diğer şehzadelerin hiçbiri bölünmüş bir Osmanlı toprağı için mücadele vermemişler, babaları Yıldırım Beyazıd'ın bırakmış olduğu miras topraklarının bütününde hâkimiyet kurma mücadelesi vermişlerdir. Fatih, kardeş katlini bir kanun nizamında uygulanmasını sağlayarak “Fatih Kanunnamesi” inde yer almasını sağlamıştır. Fatih'in kanun hükmüne çekmiş olduğu bu uygulama ondan sonra gelecek padişahlar tarafından da uygulanmıştır. Fatih'in oğlu Cem sultan Oğuz geleneklerinden ve eski Türk devlet veraset sisteminden haberdar olduğunu biliyoruz onun oğullarından birinin adının Oğuz olması ve Osmanlılarda ilk defa ülkeyi paylaşma fikrini ortaya atması geleneksel Orta Asya veraset kanununu uygulamak istediğini görmekteyiz. Ancak bu tohum daha toprağa düşmeden kurumuş ve yok hükmünde sayılmıştır ve kardeşleri bu teklife kulak asmayacaktır. Osmanlı veraset uygulamalarına uzun vadede bakıldığında 17.yy'a kadar her bir varise ailenin sahip olduğu topraklarda birer nüfus alanı ve gelecekte hükümdar olmak için bir şans verilmesine dayanan Orta Asya geleneğini takip ettikleri görülmüştür. Ancak bu uygulamayı kendi devlet yönetim şekillerine entegre edip değişiklik yapmışlardır. Şehzadelere tahsis edilen topraklar belirli sınırları olan yerel yöneticilikten öte gitmemiştir. Aralarından biri babalarının ölümü üzerine tahta ulaştığından itibaren diğerlerinin toprakları ellerinden alınır ve bertaraf edilirlerdi. Osman'ın soyundan farklı bir isimle teşekkül etmiş bir başka hanedanın türememesi buna ispattır.
Osmanlıda veraset anlayışının değişime uğradığı 17.yy. başlarında bu kanuna uymayan ilk padişah I. Ahmed'tir. O, zamanına kadar yaşanmış olan acı hadiselerin yaşanmaması için, devlet ileri gelenlerinin de telkinleri ile en büyük hanedan mensubunun tahta varis olması, diğer taht adamlarının ise sıkı bir gözetim altında tutulacakları “Ekberiyet” usulünü uygulamaya koymuştur. Diğer bilinen adı ile bu uygulama “kafes sistemi” dir. Bu uygulama ile artık Osmanlı hanedanı tek güçlü bir hükümdarın değil, hanedan üyelerinin, Valide Sultanların, damatların, Vezirlerin ve çeşitli güç odaklarının merkezi yönetime müdahil edebildikleri bir hale dönüşmüştür.
Bu güçlü devlet zaman zaman hanedan soyunun kesilmesi tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Bunun ilk ciddi krizini IV. Murad'ın vefatını takip eden süreçte tahta çıkan Sultan İbrahim zamanında yaşanmıştır. Sultan İbrahim'den sonra tahta çıkabilecek erkek bir varisin olmaması Osmanlı Devletinin sıkıntılı bir duruma düşürmüştür. Bu süreçte yeni bir erkek varisin doğmaması durumunda tahta geçebilecek alternatifler üretilmeye çalışılmıştır. Rusya veya İngiltere gibi bazı batılı imparatorluk yapılarında kadın hükümdarların varlığını biliyoruz ancak İslami temellere dayalı olan bir Türk-İslam devleti olan Osmanlı'da bu hiç düşünülmemiştir. Bu noktada diğer alternatiflere yönelinmiştir. Bu alternatiflerin en başında Cengiz'in soyundan geldiği bilinen büyük bir imparatorluğun son üyeleri olan ve dönem itibari ile Osmanlıya bağlı Kırım Hanlığı şehzadeleridir. Bir diğer alternatif Hz. Mevlana soyundan gelen ve Anadolu'daki birçok Türk devletinin manevi altyapısında önemli katkısı bulunan Mevlevi dervişleridir. Uç noktada düşünülecek alternatiflerden birisi ise Ahi teşkilat mensuplarıdır. Ancak inkıraza (soyu kesilme) uğrama tehlikesi ile karşı karşıya kalınmış olsa da bu hiçbir zaman gerçekleşmeyecektir ve altı asır süren devlet tek bir hanedanın kanından müteşekkil yaşamını sonlandırıp tarih sahnesindeki yerini almıştır.
Osmanlılar devlet yönetiminde Orta Asya'dan getirdikleri töre kurallarını en bariz şekilde uygulamışlardır. Onları Orta Asya uygulamalarından en açık bir şekilde ayıran yön veraset sisteminde gerçekleştirdikleri, kendilerine bu sayede bir bütünün bölünmeden dinamik bir şekilde devam edip güçlerinden bir şey kaybetmeden büyümelerini ve devamlılıklarını sürdürmeyi başarmış olmalarıdır. Osmanlıların en parlak dönemlerinde nasıl ki toprağın tek bir güçlü merkezi sisteme bağlı yönetilmesi sağlanırken, devletin en zayıf kaldığı süreçlerde de bu merkeze bağlılık duygusu devam etmiştir. Tek bir hanedanın bu kadar uzun bir süre yönetilmesi onların yönetmiş oldukları büyük coğrafyayı kurmuş oldukları muazzam yönetim ve denetim sistemlerinde aramak gereklidir. Yıldırım Beyazıt'ın Timur'a mağlup olduğu Ankara savaşından sonra dahi, balkanlardan esen hanedana sadakat rüzgârları kısa sürede Osmanlı devletinin hanedan merkezli ve tek bir bütün Osmanlı toprak anlayışı çerçevesinde şahlanmasını sağlamıştır. Beyazıd'ın oğulları arasında taht mücadelesi yaşanmıştır ancak her şehzade devletin merkezini ele geçirip tüm topraklara hâkimiyet kurma çabasındaydı.
Dönemleri itibari ile dünya siyasetine yön vermiş olan atalarımız hakkında bir şeyler yazıp çizmek bugün bizler için övünülmesi gereken harika bir geçmişe sahip olduğumuzu göstermektedir. Bizim Türklük bilincimizi kaybetmeden yeni yarınlar oluşturmamızda geçmişimizde ki bu muazzam devletleri bilmeli ve yönetimlerinden dünyaya bakış açılarına kadar her şeyi en iyi şekilde ortaya koymayı bir görev bilmeliyiz.

YORUM YAP