Gökyüzü yine gri, denizi, tee öteleri görebildiğim portatif iskemlede sanki mevsimlerden yazmış da hava çok sıcakmış gibi, sırtıma tüm gücü ile vuran rüzgara inat, şortum, parmak arası terliklerim, boş vermişliğim ve tüm tembelliğimle oturuyorum.
Oltalar suda, tek tük balık da geliyor... Uzaklarda, karaltıları görünen, başka insanlar da var, biraz sonra mangal yakacaklar ve kanada, tavuğa kesecek ortalık, kimi top oynayacak, kimi denize girmeye niyetlenecek fakat ayaklarını suya sokar sokmaz vazgeçecek, kimi ip atlayacak, kimi uçurtma uçuracak, kiminin kafası güzel olunca bağıra çağıra şarkı söyleyecek, kimi zaten küskün gelmiş bir köşede olana bitene aldırmadan oturacak öyle, kimi aşık, kiminin içinde sebebini bilmediği bir sıkıntı var, kimi haline ağlamasında ne yapsın kardeşim!
Ayaklarım kuma bata bata koşuyor, denizin koynuna atlıyorum, soğuk!
Hani girince alışıyorsun ya! Öyle değil...
Nefesi, eli, ayağı kesiliyor adamın, dizleri tutmuyor, ürperti tüm hücrelerine yayılıyor, bir tarafın; çık oğlum sudan, otur ateşin kıyısına, bak keyfine diyor, baksana deniz masmavi hiç mi üşümedin be kardeşim diyen tarafımı dinliyorum...
Ne kadar uzak olursa olsun tee ötelere yüzmek niyetindeyim, acelem de yok üstelik, yavaş yavaş, kulaç kulaç, dinlene dinlene, tadına vara vara içimden geldiği, araba almak için kumbarasında para biriktiren çocuklar gibi...
Gümüş balıkları, yalnız bir kefal, kumda izler bırakarak yürüyen deniz minareleri, boklu sarpalar, içime işleyen soğuk, ötelere yüzme istediğim, yorulduğumu hissetmeye başladığım anda baş gösteren kararsızlık...
Bir kulaç atıyor, on yaş daha genç olacaktım ki diye geçiriyorum içimden, on yıl öncede, on yaş daha genç olacaktım ki diyordum, tee öteler aynı öteler...
Yalnız kefal mi konuşuyor bana mı öyle geliyor;
"Dön baba" diyor, "inatlaşma kendinle."
Tamda duymak istediğim sözler, korkmak için de bazen birinin cesaretlendirmesi gerekir!
Sırt üstü bırakıyorum kendimi sürüklenmeye başlıyorum; içim ürperiyor ya evde yoksan!
El kadar martı Jonathan kadar olamamanın verdiği eziklikle yüzümü karaya dönüyorum, yolu yarıladığımı düşünürken meğer bir arpa boyu yol gitmemiş miyim?
Kimi işi gücü bırakmış, karaltıyken ete kemiğe bürünmüş, ip atlamak, mangal yellemek, aşk acısı çekmek varken benim balık kovasının etrafına toplanmamış mı?
Zamane insanında, kırk yılın başında hazır tatil denize gelmişim, bir yalnız kalayım da içime bakayım, ruhumu dinleyeyim, şu maviliğin, yeşilliğin tadı damağımda kalsın, yok!
Sebepsiz bir sosyalleşme isteği!
Sihirlidir balıkçının kovası, insan mıknatısı gibidir, gören gelir, güzeli gelir, çirkini gelir, daha çok çirkini, şişmanı gelir, zengini gelir, fakiri gelir...
Kimileri, tee ötelere bugün yüzememiş,on yıl önce de yüzememiş adamın halet-i ruhiyesini nereden bilsin?
Sosyalleşme çabalarına sırtımı dönüyor, portatif iskemleme oturuyor, parmak aralarıma dolan kumlara aldırmadan denize, tee ötelere bakmaya devam ediyorum.