Otobüsler uçak gibi olmuş... Dar koridorda üzerinde envai çeşit yiyecek ve içeceği barındıran tekerlekli masayı iten, güler yüzlü beyaz gömlekli, siyah papyonlu gence muavin mi deniyor hala?
Nerde Çiçek Abbas, nerde...
Yanımda kısa boylu sakallı bir bey var... Serçe parmağı altın yüzüklü, güneş gözlüklü... Gizemli biraz... Avucunda küçük bir kâğıda rakamlar yazıyor...
Koltuk numaraları olduğunu tahmin ediyorum 8, 20, 26...
Konuşmuyor, arada göz ucuyla bakıyorum uyumuyor da, yolu izliyor...
Otobüse binmeden önce aldığım gazeteleri okumak da istemiyor.
Ben girişiyorum... Ayşe Arman kırk yaşına merhaba demiş...
Geçen gün mevzu olmuştu, en bilmiş tavrımla " kırk yaşındadır" demiştim... Tutturmuşum!
Şu kırk yaşına gelen kartalın hikâyesini bilirsiniz...
Kartal, kus türleri içinde en uzun yasayanıdır. 70 yıla kadar yasayan
kartallar vardır. Ancak bu yasa ulaşmak için, 40 yasındayken çok ciddi ve zor
bir karar vermek zorundadır. Kartalın yası 40'a vardığında pençeleri sertleşir,
esnekliğini yitirir ve bu nedenle de beslenmesini sağladığı avlarını kavrayıp
tutamaz duruma gelir.
Gagası uzar ve göğsüne doğru kıvrılır. Kanatları yaslanır ve ağırlaşır.
Tüyleri kartlaşır ve kalınlaşır. Artik kartalın uçması iyice zorlaşmıştır.
Dolayısıyla kartal burada iki seçimden birini yapmak zorundadır: Ya ölümü seçecektir, Ya da yeniden doğusun acili ve zorlu sürecini göğüsleyecektir.
Bu yeniden doğuş süreci 150 gün kadar sürecektir.
Bu yönde karar verirse kartal bir dağîn tepesine uçar ve orada bir kaya
kovuğunda, artik uçmasına gerek olmayan bir yerde, yuvasında kalır. Bu uygun
yeri bulduktan sonra kartal gagasını sert bir şekilde kayaya vurmaya baslar. En
sonunda kartalın gagası yerinden sökülür ve düşer. Kartal bir süre yeni
gagasının çıkmasını bekler. Gagası çıktıktan sonra bu yeni gaga ile pençelerini
yerinden söker çıkarır.
Yeni pençeleri çıkınca kartal bu kez eski kartlaşmış tüylerini yolmaya
baslar. 5 ay sonra kartal, kendisine 20 yıl veya daha uzun süreli bir yasama
başlayacak meşhur yeniden doğuş uçuşunu yapmaya hazır duruma gelir...
Ayşe Arman yeniden doğum uçuşunu Newyork'a yapmış...
Benim önümde üç koca yıl daha var!( Koca ama!)
İstanbul'a yaklaştıkça yollar kalabalıklaşmıyor da iğrençleşiyor, lüks bir araba aniden direksiyonu içinde bulunduğumuz otobüsün önüne kırıyor, vuracağız diye gözlerimi kapatıyorum... O sırada yolculardan biri İbrahim Tatlıses Köprüsü'nde inmek istediğini söylüyor... "Olmaz" diyor şoför, yasakmış! Neden yasaksa?
Otogar kalabalık, Beşiktaş'a giden servisin hareket etmesine yarım saat olduğunu öğrenince, duvar kenarına serpiştirilen masalardan birine oturuyorum, çok geçmeden mavi önlüklü bir garson istemeden bir bardak çayı önüme bırakıyor... Soluklanmak için oturdum ya içeceğiz mecbur!
Boyacı sandığı yerine mavi çöp torbası kullanan çocuk yanımda bitiyor... Ayakkabıları ayağımdan nasıl alıyor anlamıyorum...
Yan masada yirmili yaşlarda bir kadın telefonda hararetli konuşuyor; " On gündür Çorlu'daydım arkadaşım, çocuk bakmaya geldim, şimdi İstanbul'da otogardayım, dönüyorum... Üç yaşında ama anamdan emdiğim sütü burnumdan getirdi fırlama, pes ettim... Anne baba zengin, şımartmışlar çocuğu ne derse alınıyor..."
Acaba kimin çocuğu diye meraklanırken, boyacı çocuk " öğretmen misin sen?" diye soruyor... " Evet" diyorum konuyu kapatmak için... " Nerden bildiğimi sormayacak mısın?" Soralım o zaman; " Sahi nerden bildin?" " Burada insan sarrafı oldum ben ağabey"... Sarraf boyacı keyfim yerinde olsa sarardım seni de... Neden bilmem "Aferin" diyorum çocuğa!