Ali Gülcü

ÖYLE...


Öyle saplanıp kalıyorsun, dizlerine kadar…
Kahve molasında, yemek arasında, soluklanmak ve biraz da kaçmak için sığındığın kır lokantasında…
Denizi görüyorsan martı, kuytusuna saklanabildiğin bir ağaç varsa sincap, kıvrıla kıvrıla, erik rengi nazlı bir dere akıyorsa, ayaklarının dibinde… Öpülmeyi bekleyen kurbağa olmanın, neresi kötü?

Öyle dalıp gidiyorsun, gün batımlarında…
Laf aramızda yaş geçiyor, nerede o eski hallerimiz?
Yorgunsun, işten gelmişsin, ayaklarına kara sular inmiş… Yüzün bembeyaz.
Karnımız doyacak diye; lodos olmuş ağız kokusu, yüzümüze yüzümüze!
Evinin küçücük balkonundasın, sardunyalar, menekşeler, elinde kitabın, üstelik üşenmemiş çay da demlemişsin, gam ince bellide, sen?
Sen neredesin?

Öyle, yapacak bir şey yok diye sırf can sıkıntısından, erken yatmışsın…
Uykun yok, sabah olsun istemiyorsun üstelik.
Yanın boş, kenarın boş!
Yaz ve hava sıcak diye camın aralık, perdeyi çekmişsin, bir ay maviliği gece…
Uyanır da içersin diye su bardağı başucunda…
Terliklerin, pijaman, saatinin kulağını mecburiyete kurmuşsun,
Ya kalkamazsan?
Ya geç kalırsan?
Hafif bir rüzgâr esiyor, tüller çöküyor üzerine gölge gölge…
Yatağına bağdaş kurup ağlıyorsun;
Kendine mi?
Gözlerini kapattığında beliren;
O yaşlanmayan,
O değişmemiş,
O başkasıyla,
O nasıl aklında kaldıysa artık, gülümseyen yüze mi, bilinmez! Öyle!

YORUM YAP