Benzin istasyonlarında neden oyuncak ayılar sattıklarına anlam vermez, kim alıyor bunları diye geçirirdim içimden…
Gecenin güne yakın saatlerinde, eski model bir arabanın ön koltuğuna saklanmak ister gibi büzülen kadına, kavruk bir adamın, oyuncak diyemeyeceğim büyüklükte pembe bir ayıyı uzatırken, yüzünü kaplamasına engel olamadığı sırıtışta, rafları süsleyen rengarenk ayıların ne işe yaradığını anladım.
Gecenin bu saatinde, bir kadını mutlu etmekten ziyade, beklentiye anahtar olabileceği düşünülen zavallı hediye!
Kadın mı istedi?
Adam verdikleri ihtiyaç molasında, kadının gönlü, incelik olsun diye mi kucakladı ayıyı kim bilir?
Bana ne yahu!
Uykum açılsın diye, dışarıya çıkarılan, oturduğum zaman ıslak olduklarını anladığım iskemlelerden birine ilişiyor, çayın bu saatte bayat olduğunu düşünerek kahve söylüyorum…Uykulu gözlerle gerine gerine uzun yola çıktıkları her hallerinden belli, tatil havasına şimdiden girmiş yorgun insanlar iniyor arabalardan…
Şakalaşmalar, abartılı kahkahalar…Dört günlüğüne sözde özgürlük.
İleride çok kötü veya çok iyi yaşanmışlıklar olmazsa hatırlanmayacak zamanlar…
Ben?
Balığa gidiyorum…Arkadaşlarla sözleştiğimiz saatte uyanamam diye hiç uyumadım…
&&&
Gün boyu,livarı mercanlarla doldurup, gökyüzü kızıla kesip, gümüşi pırıltılar kaybolmak üzereyken tekneyi çakıl taşlarının üzerinde sürüyerek karaya çekmiş, yosun tutmuş bir kayanın üzerine oturup, derya kuzularını tepe lambasının gri aydınlığında temizliyorum.
" Sessizlik ibadettir" demiş biri…
Ne laf etmiş, kıyıyı okşayan dalgalar ve sözlerini anlayamadığım bir şarkının melodisini ıslıkla çalan rüzgar da olmasa…
Bir baraka yapıp yerleşmeli buralara diye geçiriyorum içimden…
Ege'yse Ege, balıkçı köyüyse, balıkçı köyü.
Daha ne olsun?
Pancar motorlu ille de mavi boyalı bir tekne… Barakanın içine; küçük bir masa, çekyat, ekmekli soba, kitapları da getirmek lazım, sahi buzdolabı…
Düşünsenize her sabah kapısı denize açılan bir güne uyanıyorsunuz…
Gün batımları, akşamlar, gece, yıldızlar.
Sakinlik, dinginlik, huzur, keyif…
Kuyruğu bacaklarının arasında, belli ki yaşlandığı için yerinden yurdundan kovulmuş, eskinin kuşçusu şimdinin düşçüsü bir av köpeği yaklaşıyor yanıma, Sinarit'in ( teknenin adı) kuytusuna kıvrılıyor…
Nemli, çapak çapak gözleri balıklarda, aç fakat arsız değil.
Ya istemeyi unutmuş, ya istemenin bedelini ödemiş zamanında.
&&&
Kumsala kurduğumuz çadırda uyumak için kapatıyorum gözlerimi, rüyamda kavruk adamlar, arabanın ön koltuğuna saklanmak ister gibi büzülen kadınlar ve oyuncak olamayacak kadar büyük pembe ayılar görüyorum...