Kahvenin sobası nedense yanmıyor, kahvecide ortalıkta gözükmüyordu...
Çok geçmeden tepsi elinde köşeyi döndü...
" Hoş geldin!"
Küçük yer Yeniçiftlik, yabancı olunca fark ediliyor, kahveye gidince de hoşlanıyorsunuz.
" Hoş bulduk."
" İstanbul'dan mı geldin?"
Böyle bir önyargı var yazlık bölgelerde... Yabancıysa yazlıkçıdır, yazlıkçıysa İstanbulludur!
" Yok Çorlu."
" Senin mi bu mavi araba?"
" Benim."
" Güle güle kullan..."
" Yeni değil yahu, on yıllık araba."
" Olsun sen yine de güle güle kullan."
" Ne içeceksin?"
" Tazeyse çay..."
" Çayı bayat kahve gördün mü sen hiç?"
Cevap vermiyor, gülüyorum... İki dakika sonra çayı getiriyor... Bayat!
Üzerine basa basa ve en imalısından;
" Tazeymiş!"
" Şansın yok ben ne yapayım, demliğin sonuna yetiştin... Döksem ziyan olacak..."
Bayat mayat içiyorum çayı...
Veren el gülüyorsa bayat değil zehir olsa içiyor insan!
&&&
Dört yol ağzında duran köftecide karnımı doyuracağım bir gün...
Arabada " dombili" yazıyor... Köfteci de dombili işte, enine boyuna...
Yanına gidip " köftelerin hepsini sen mi yedin len" diyesi geliyor insanın...
Paltosunun üzerine beyaz önlüğünü giymiş, beresi kafasında kuru ayaza aldırmadan müşteri bekliyor...
Yüzü gülüyor... Gelene geçene laf yetiştiriyor...
Gülen yüz bugünler de dikkat çekiyor!
&&&
Bayat çaydan para almıyor kahveci, ısrar ediyorum kabul etmiyor...
Mavi arabaya biniyor, radyoyu açıyorum... Çalan şarkıdan sonraki şarkıyı tutuyorum...
Hediye paketini açarken heyecandan elleri titreyen çocuğun sabırsızlığı ile bekliyorum...
Craig David'i ağzında kocaman bir sakız varmış gibi anons ediyor spiker...
Şarkım başlıyor; Walking Away…
Gülüyorum…
Gülmek salgın bir hastalıktır biliyorum...