İlk defa denizden, mavilikten kaçtım bugün, arkama bakmadan, vedalaşmadan hem de.
Midye kabuklarından daha çok insan vardı!
Güzelim sahil sabaha nasıl uyanacak kim bilir?
Uykusunda kahrından ölür diye düşünüyorum.
Dünyanın tüm denizleri, okyanusları ve suları bir araya gelecekler ve intikam alacak bizlerden.
Ormandaki bir ağacın dalını kırarsanız, dünyadaki tüm ağaçların dalını kırmış gibi olursunuz!
Bir akarsuyu kirletirseniz tüm akarsular kirlenir.
Tüm ağaçlar sizi bilir, sular da.
Sakin akan, serin, huzurlu küçük bir derenin kenarında suyun sesini dinlerken uyuya kalmayı düşlerken yakalıyorum kendimi. Ne keyif.
Sessizlik.
Sessizlik saygıdır yerinde.
Günü, zamanı gelince, bakınca kendimizi görebileceğimiz, su içebileceğimiz, akıntısıyla sürüklenebileceğimiz, türlü çiçek kokan nehirler, düşüncelerimizde mi kalacak?
Çocukluğumda çırılçıplak soyunup Ergene'de yüzmüşlüğüm, suya sırt üstü yatıp kendimi akıntıya bırakmışlığım, bir kum tepesine oturunca kahkahalar atmışlığım, hiç tereddüt etmeden ve korkmadan kana kana su içmişliğim var.
Yüzyıl önce değil, kırk yıl önce!
Bir kırk yıl sonra çocuklar balıkları belgesellerden öğrenecekler diye korkuyorum.
Altmışlı, yetmişli yıllarda yazılmış kitaplarda Marmara'da yakalanan kılıç balıklarını, sinaritleri ve orkinosları okuyunca kalıyorum öyle.
İster istemez iç geçiriyor insan.
İç geçirmek çok şeydir de umutsuzluğu barındırır daha çok.
Akan su kir tuttu velhasıl.
Yalnız kalabilmek için sürekli daha uzağa gitmemiz gerekiyor.
Bizim yaşadığımız yerler de başkalarının uzakları.
Uzaklar da kalabalıklaşırsa?
Kovada can çekişen istavritler gibi mi olacağız?
Üst üste, nefes nefese!
Sahil kahrından ölür bu gece.
Ağaçlar hepimizi tanıyor, sular da…