Ali Gülcü

Şarap İçelim

“Şarap içelim” deyince, barın en üst rafının, örümcek bağlamış, kuytu köşesinden, birbirinden farklı iki şişe alıp masanın üzerine bıraktılar...
“ Hangisi olsun?”
Şişenin biri alengirli, üzerinde kabartma üzüm desenleri var, uzaktan bakıldığında boynu kısa, şişman bir adamı andırıyor... Etiketinde yazan ‘merlot’ detayını okuyunca, “diğeri olsun” diyorum...
Tıpa açılıyor...
Sirkeden hallice pembe sıvıyı kadehlere koyan meyaneci; “ şişesi 20 lira” diyor...
Vurgudaki ‘ona göre için’ mesajını alıyor, ailesinden parası yeni gelmiş üniversite öğrencisi edası ile ellerimizi bacaklarımızın arasına sokup yanına peynir tabağı söylüyoruz...

Çaresizlikten ve mekânsızlıktan, tavsiye ile geldiğimiz, ben diyeyim 35, siz deyin kırk metre kare, orta halli müşterilerin iş çıkışı; neredeyse dip g.te oturduğu, duvarlarına yanık yağ kokusu sinmiş, salaş bir mekân burası...

Barda, uzun boylu taburelere tünemiş, orta yaşın üzerinde iki ağbi var... Biri rakı, göbekli olan bira içiyor...
Rakı içenin cep telefonu susmuyor, ya gösteriş olsun diye ya da aslan sütünü fazla kaçırdığı için ara ara konuştuğu kişiye avazı çıktığı kadar bağırıyor, hesap soruyor;
“ Ben sana talimatı vermedim mi kardeşim?”
“ Altı üstü üç yüz bin lira!”
Talimatlar, bin liralar havada uçuştuğuna, aganın kılık kıyafeti de yerinde olduğuna göre... Önemli biri demek!

Şu pembe sirkeyi içerken çalmaz ki benim telefon, iki rüzgar da ben yapayım, eseyim, hadi yağamıyorum, gürleyeyim... Küçücük meyhanede iki yudumluk sürede itibar edineyim...

Yan masada üç genç oturuyor, biri sakallı... Diğeri bitki çayı içiyor, öbürünü göremiyorum...
Aynı sofrada oturuyorlar lakin muhabbet sıfır... Sakallı olan bir ara nereden aklına geldiyse!
“Serenadı okudunuz mu?” diye soruyor, bitki çayı içen derin uykudan uyanmış da nerede olduğunu anlamaya çalışan pisi gibi başını sallıyor...

Barda oturan göbeklinin eli bira bardağına çarpıp bardak da üç parça olunca, hesabı isteyip kalkıyor...

Pembe sirke azap gibi... İç iç bitmiyor... Pişmanım lakin açtırdık bir kere... “Vazgeçtik” desek, biraya dönsek... Yirmilik boşa gidecek!

Bende iz bırakan mahalle arkadaşlarımızdan biri giriyor içeriye, saç sakal birbirine karışmış... Alnıma boş peynir tenekesi attıydı da yardıydı... Kademsizin çetelesi durur hala... Ara ara aynaya baktığımda da hasretle anarım kendisini... Kavuşmak bugüne kısmetmiş...(!)

Can Yücel şiirleri ezber edip okur olmuş sağda solda...
Takdir ettim...

Aklıma gelmişken... Meyhaneye gelen adam neden bitki çayı içer?
Bitki çayı içen adam neden meyhaneye gelir?
Muhtemelen gelmez! Bu üçü talebedir büyük ihtimal, aynı evde kalıyorlardır ikisi ısrar etmiştir, bu da kıramamıştır, e ‘olmaz’ dese oyunbozanlık olacak... Yarın işi düşse onlar mırın kırın edecek...
Hatır için çiğ tavuk hesabı!

Yahu yok mudur bunların kız arkadaşları?
Ne işleri var bu köhne meyhanede?
‘ Dertleşmeye gelmişler’ deseeem... Konuşmuyorlar da!
Ulaaaan bunlar evde dört kişi kalıyor da, çapkın olan eve hatun atmış olmasın sakın?
Tastamam öyle!
Bu soğukta nereye gidecek yavrucaklar?
Hesaplısından “ İki bira, bir bitki çayı yapalım” dediler... Düştüler... Hayırlısı olsun!  

Hadi biz şoförsüzlükten, çaresizlikten biraz da tavsiye üzerine geldik!
Yoksa ne işim var burada baba?
Klarnet yok...
Ut yok...
Hadi hepsini bir tarafa bırak, cümbüş yok... ‘Mantarlı, karidesli güveç on beş lira yazısı’ var... Paraya kıydık, sipariş verdik... Karidesi yarın alacaklarmış...

Haberin devamı 23.11.2011 tarihli Hürhaber Gazetesi’nde…


YORUM YAP