Hiç bu kadar soluksuz ve çaresiz kalıp, katiyen bu denli zorlanmamıştım yazarken herhalde..
Sen, yolunu her nereye yöneltsen, gitmeden arardın mutlaka Selçuk ağabey. Daha gitmeden nedenin belli, henüz menzile varmadan yapacakların yağız atlar gibi koşuşur dururdu kafanın ucu bucağı olmayan büyük genişliğinde…
Hiç kendin için, huzurun ve rahatın için yola çıktın mı bilmem ki şimdiye kadar. Yangın varsa yangına, derdi olanın derdine... fakirin, çilekeşin, gariplerin bihakkın himmetine olurdu senin gidişlerin hep. Bir de katiyen huyun değildir habersiz yola koyulmak. Yol yordam nedir bilen adamdın, yoldaşını aramadan asla yola koyulmazdın sen!
Duyduk ki üzüldük, işittik ki kahrolduk biz yoldaşların canberaber ağabeyim. Duyduk ki bu bir pusu, tuzak kurulmuş sana.. işittik ki ölüm maksadımdan etmiş, yönünü şaşırtmış.
Yanarız!. Yanarız hepimizden habersiz koyuldun yola, varmak için sonsuz yurduna. Lâkin erken değil miydi Selçuk ağabey, erken değil miydi daha!
Sen arardın. Aramadığına, bir telefon etmeden, hiç haber vermeden gittiğine göre, mutlaka.. mutlaka ölüm tuzak kurdu sana. Halbuki onca tezgâhı bozmuştun yaşarken, onca dümeni, onca düzeni! Hiç korkmadan, titremeden onca hainin üzerine üzerine yürümüştün bütün namusunla! Ah ölüm..ah korkunç bir tuzak kurdu, kalleş bir pusu kurdu yoluna!
İçimin bütün yolları karanlık, ulaşımsız..
İçimin bütün sokakları sesiz, yaşamasız, ışıksız..
Ve içimin bütün çareleri bir uğursuz rüzgârla karanlığın içinde ölmüş.
Kar yağıyor karanlığıma ruhumun tufanıyla, titriyorum..
Beyaz bir güvercin duvarlara duvarlara vuruyor kendini. Kan sızıyor o güzelim, o incecik beyaz boynundan göğsüne. Gözleri yaralı, telekleri donmuş ah!
Evsizler ağlıyor sokağımda, sokak çalgıcıları en sevdiğin devrim marşlarını söylüyorlar mağrur ve yanaklarında yaşlarla..
İnsan yerine konmayan bütün kadınlar toplanmış, haysiyet nöbetine durmuşlar senin adınla..
Binlerce işçinin yumruğu kalbinin üzerinde, göğsü ilerde, onurlu, dimdik.. gözleri çelik sertliğinde saygıyla bekliyor içimin karanlık sokağında.
Hadi dön ağabey. Sen haber vermeden yola çıkmazdın hiç. Sokağımız karanlık, sessiz, yaşamasız! Dön çok uzaklaşmadan.. bari içimizin çerağlarını tutuştur da öyle git...
Bizde diyelim ki ardından, uğurlar olsun memleketimin büyük evladı, özün huzura varsın. Sonsuz yurdunda sonsuz olsun huzurun. Ama ne olur bir soluk dön de karanlıkta kalmasın yoldaşların.
Ona hasta yatağındayken seslendiğim ve gözleri dolu dolu okuduğunu bildiğim yazıyla veda etmek.. saygılarımızla, sevgilerimizle uğurlamak en güzeli olacak belki de:
“Ne yangınlardan geçtin sen, yalımları taaa semaya vuran! Cefakeşlerin ve fakirlerin ezildikçe feri sönmüş gözlerinin, sağıla sağıla çöpe dönmüş bedenlerinin içinde kimseye göstermediği çelik gibi sertleşmiş umutlarını, devrim inancınla bir edip ne kor ateşlerin içinden geçtin.! Bin derece sıcaklıkta ergimeyen sana ne eyler zamanın zemheri sayrılığı.
Aşut yaylası gibi..ve dereleri, su nilüferleri, çiğdemleri, ak zambakları gibi kendinden vazgeçerek hayat taşıdın, devrimin baharını taşıdın azalan dirimin içine!
Şimdi nasıl vazgeçelim çıldırmış kokusunu, fisil fisil titreşen diriliğini, binlerce rengin en asudesini getirip canımıza bıraktığın bu güzelliklerden!
Hadi silkin de dön aramıza.. yekin de em gibi sür umudunu her bir yaramıza. Ve yine gel gönlümüzün hizasına, diyelim ki Gönderiç yıkılmamış, dimdik duruyor karşımızda!
Hadi iyileş. Kimi insanların eksikliği dağlar kadar büyük boşluk bırakır; yaylalar genişliğince tazelik eksilir, bahar eksilir insanlığın önünde, ardında.. tez iyileş bekliyoruz can ağabeyim.”
Ben bütün inancımla tırnak içindeki bu metni kaleme aldıktan kısa bir süre sonra(dün) memleketim içinde gerçekten hazine gibi kıymetli bir büyük devrimciyi, Selçuk Hazinedarı kaybetti ne yazık ki.