“Yol bazen haritasız daha güzel, daha kolay bulunuyor biliyor musun? Elinde haritan varsa, haritadan ayırmıyorsun gözünü; ama haritan yoksa, bu sefer gözünü yoldan ayırmaz oluyorsun; daha cesaretli durabiliyorsun, kestirebiliyorsun, tahminlerde bulunabiliyorsun. Gitmek istediğin yer ters yönde bile olsa, uzakta bile kalsa mutlaka bir yerlerden dönüşün olur, kıvrımlar uzanır, yeni sapaklar çıkar karşına. Sen yola çık bir kere…
Ürkekliğin, tedirginliğin var diye yılma sakın; biz ki içimizdeki med cezirlerden, bakışımızdaki göçlerden besleniriz. Kaygılarımız, tasalarımız bizden, özümüzden bir parçadır. Parçalarımızı görmezden gelmek, imha etmek mi, yoksa parçalarımızı emeğe, umuda tamamlamak mı? Mücadelesiz kalan zaten paramparçadır; sana ne mutlu ki adım atabiliyorsun kafeslerden, mayınlardan dışarıya. O kafesleri yırtmak, o mayınların üzerinden geçivermek nasıl bir acı verdi bize değil mi, nasıl da yaralarımız oldu göz göz, kimseciklerin bilmediği.
An gelir ‘Zamanı mıydı yola çıkmanın?' diye sorarız kendimize, an gelir ‘Daha başka bir plan mı yapmamız gerekirdi?' diye düşünürüz. Durduğumuz fakat huzurlu olmadığımız konumlar, hudutlar bizi çekmeye, mıknatıslar gibi yapıştırmaya çalışır benliklerine. Bir adım atsak gözümüz arkada kalır an gelir, fikrimiz karamsarlaşır, kendimize bir yabancıya bakar gibi baktığımız olur. Günler geçip gitmektedir oysa, zamanlar sellerin üzerinde yol almaktadır. Kendimize, ruhumuza ne vaat ettiğimiz değerlidir; nasıl hitap ettiğimiz değerlidir umudumuza, sevdamıza. Bil ki bir başınasın, bir yüreğinesin; yüreğini başına yasla usulca.
Sen yola çık bir kere… Bilinmez değildir hiçbir yol kendine inancını yitirmemişsen eğer. Bir kavşağı ilk kez görüyor olman, bir durağa ilk kez varıyor olman bocalatabilir seni elbette; hangimiz böyle durumlarda nerede duracağımızı, nasıl bir ritim tutturmamız gerektiğini bilgelikle başarabildi ki? Bilgelik, cesaretle başlar ilk önce; bilgiye ve eyleme cesaretle. Düşlerini diri tutan düşüşleridir bilgelerin; kimi zaman kabuk dahi bağlamayan yaraları, onulmaz yalnızlıklarıdır. Bizler hedeflerimizin, inançlarımızın bilgesi olmak zorundayız. Bir küçük çocuk gibi düşe kalka büyüterek ideallerimizi, özlemlerimizi ve onlarla bir düşe kalka yol almanın gerekliliğini farkında olarak.
Rüzgarlı olmazsa bir deniz, yelken açamayız o denize. Denizler rüzgarıyla güzeldir bize. Rüzgara karşı kimbilir kaçıncı savrulmamızdan sonra yol almaya başladık biz. Ama rüzgara karşı yol almanın keyfi de bir başkadır, bunu ayakta durabilmeyi başardıktan sonra fark ettik. Anne sözleri, dost nasihatleri kafi gelmiyor mutluluğumuza, ‘engelli' sohbetler, yolumuza konan ‘ikaz lambaları' gitme gerekliliğinin önemini azaltmıyor asla. Kalmak bir ömürlük yorgunluktur hiçbir mücadeleye girmeden, hiçbir emek vermeden. Kalmak bir ömürlük garantili mutsuzlukların, garantili sığlıkların, garantili avuntuların esiri olmaktır. Emek vermeyen bir insana emeğin yüceliğini nasıl anlatalım ki; düş kurmayan bir insana düşün kerametini nasıl diyelim. Yol çekiyor işte yüreğini senin, “yolculuk” diyor yüreğinin sesi.
Yol, yola düşene açılır, yola düşene açıktır yol; yol`un açıktır senin.
Sen yola çık bir kere…”
*Ergür Altan