Silivri ile ilgili "Biz büyük bir aileyiz” sloganının ağır aksak yönünü çok hissediyorum bu aralar… Bora Balcıoğlu geçen dönem mecliste başkan vekiliyken bir söz söyledi; aklıma dank etti. ‘Zor gün dostu’nun önemini aklımıza vura vura sokmuşlar; makbulü bu diye inanarak yaşadım ben şahsen uzun bir süre… Zor zamanlarınızda ‘dost’ dediğiniz sadece yanınızda mı durur, gerçekten karşılaştığınız güçlüklerin üstesinden gelmeniz için yardım mı ediyor? İyi bakmak lazım…Sonra acılarımız ve hüzünlerimizi can siper hane paylaşan, adeta dertlerimize bizden çok üzüldüğünü sandığımız insanların zaman içinde sevinçlerimiz, mutluluklarımız, başarılarımız karşısında ne kadar ufalıp; ardından kıskançlığın, çekememezliğin pençesine düştüğünü fark etmek acısını hissetmişliğiniz vardır… Hele ki küçülme hareketi; güvenip de sırtımızı döndüğümüz insanların elinde bıçak darbeleriyle dikkatimizi çekmeye kadar gittiyse…
"Sevginar’a kim ne yapmış’a” getirmeyin meseleyi… Zamanında yapan, edenler olmuştur o ayrı mesele… Ama bugünkü konumuz o değil…
SİAD niye Özcan Işıklar ile ortak program yapıyor? Özcan Işıklar dediğimiz adamı severiz, sevmeyiz, beğeniriz, beğenmeyiz bunları geçin; Silivri’nin belediye başkanı. Hadi ilkinde bilmem kimlerin yüzü hürmetine, desteğiyle ya da bilmeden istemeden oldu diyelim… Artık ikinci dönemi… Hem de nasıl bir seçim stratejisiyle… Sildi süpürdü ne kadar aklına uymayan isim ve olay varsa…
O megaloman olsun diye yazmıyorum bunları… Egosu gerektiği kadar yükünü almıştır, tecrübe ettiklerinden de; Silivri Belediye Başkanını küçülten, önemsizleştiren konulara canım sıkılıyor… Ali, Veli, Özcan meselesi değil bu; Silivri’nin belediye başkanı konumuz… Bu konumun itibarini hepimizden çok Özcan Işıklar düşünmeli tabi… SİAD ile fabrikalara düzenlenen programa katılmak isteyip de, nezaketen ret edilmeyişini duymak bana garip geldi. Bilakis SİAD, programlarına zaman ayırdığı için Belediye Başkanına teşekkür etmeli.
Bana soracak olursanız iş adamlarının fabrikalarını dolaşmasından ziyade sıradan insanların hayatlarına dahil olduğunu görmekten daha mutlu olurum. Üç kuruşluk tarlaya, trilyonluk fabrika yapıp bunu planlara işledikten sonra bir çoğumuzun sülalesini toplasanız hayal edemeyeceği arazi değerine kavuşan buna rağmen fabrikasının önündeki 20 metrelik yol asfaltlanmadı diye belediyeye demediğini bırakmayan iş adamının ayağına gitse ne olur Belediye Başkanı, gitmese ne olur!? Allah’tan hepsi böyle değil ama bu şekilde olanların en çok konuşması, sivrilmesi enteresan!
"Parayı veren düdüğü çalar” diye bir söz var ve ne yazık ki çoğu durumda doğru… Vermeden çalanların durumu daha da enteresan…
Kusurlarını yüzlerine söylemekten imtina ettiğimiz için kendini kusursuz sanan insanlar pek çoğumuzun çevresinde vardır. Bir konuda canınız sıkılıyorsa bugün dün gerekeni ya az ya da çok yaptığınız ama asla gerektiği gibi yerine getirmediğiniz içindir…
Hakan Kocabaş’ın nezaketine hayranım da bazen herkesle anladığı dilden konuşmak zorunluluğu karşısında verdiği tavizleri garipsiyorum… Yakıştıramıyorum… Yatırımcı, sermayeci emeğin, kalitenin farkına varamayınca "Bana ne ya ne halleri varsa görsünler” demeyi öğrenmeyi gerçekten istiyorum; bir türlü beceremiyorum… Sanırım sinirim geçince vazgeçiyorum…
Nezaketin fazlası da zarar anladım inşallah!