Kıymetli okuyucularımıza güzel bir soru sorarak yazıma başlamış olayım. Hayatın akışı içinde canı sıkılmayanınız var mı? Bu yazıyı yazmaya başlamadan önce mesela müthiş bir can sıkıntı vardı üzerimde. Hayırdır inşallah dedim kendi kendime. Eminim ki günlük yaşantımızda canınızın sıkıldığı anlar olmuştur. Bu satırları okurken mesela canınız sıkkın bile olabilir. Günlük yaşantımızda canımızın sıkılmasına neden olan o kadar çok etken varki. Sıkılmaması mümkün değil. Canımızın sıkılma halindeyse sıkılma sürecin atlatılması için herkesin kendine has taktikleri vardır diye düşünüyorum. Bu taktiklerle kimimiz bu süreci anında atlatırız. Kimimizse tüm gün boyunca atlatamayız. Bazılarımızsa günlerce kurtulamayız bu durumdan. Merak etmeyin çok fazla ‘can sıkıntısı' vurgusu yapıp içinizi karartamayacağım. Aksine size güzel şeyler söylemeyi planlıyorum.
Güzel şeylerin kapısını canımızın sıkılma halinin ‘iyi birşey' olduğunu söyleyerek ardına kadar aralamak isterim. Gelin şimdi hep birlikte bu kapının içine derinlere doğru ilerleyelim. Dünya genelinde bu konu özelinde yapılan araştırmaların sayısı arttı.Yapılan araştırmalardan bir tanesine göre mesela insanın canının sıkılması haliyle inovasyon yapılması ve başına güzel şeylerin gelmesi doğru orantılı. Fikir ve icatlar birşeylere canımızın sıkılması sonucunda ortaya çıkıyor yani.Bu yönden can sıkılmasının iyi birşey olduğunu söyleyebiliriz. Aslına bakarsanız sıkıntı hali insanın başına sadece bir şeye ulaşamadığı zaman gelmez. Bazen insanoğluher şeye sahip olsa bilesıkıntısından kurtulamaz.Hayatını anlamlı şekilde belirleyenlerinse belirlemeyenlere kıyasla sıkıntıya daha az düştükleri kanıtlanmış. Can sıkıntısı yeni icat edilen bir duygu hali olmamakla birlikte 'sıkılmak' kelimesini ele aldığımızda bu kelimenin (İngilizcesinin) karşımıza tarihsel olarak ilk defa Romalı şair ve filozof Lucretius'un Milattan önce 99-55 yılları arasında yazdığı bir şiirde karşımıza çıktığını görürüz. Bahsi geçen şiirde zengin bir Romalının şehir hayatından uzaklaşmak için kır hayatında geçirdiği sıkıcı hayatı anlatılıyor. 19.yüzyıla gelindiğindeyse birçok yazarın ve filozofun odağındadır bu konu. 19. yüzyılın sonlarına doğruysa Danimarkalı filozof Søren Kierkegaard, Adem ve Havva'nın canı sıkıldığı için o büyük günahı işlediklerini ve bundan dolayı da can sıkıntısının tüm kötülüklerin başlangıcı olduğufikrini ortaya atar. O dönemde yaşayan pek çok filozofta bu görüşü destekler. Desteklemenin de ötesinde etki edebildikleri tüm insanlara bu fikri aşılamaya çalışırlar. 20.yüzyıldaysa psikoloji bilimin doğuşuyla birlikte can sıkıntısı özelinde daha bilimsel açıklamalar gün yüzüne çıkar. Sınırlı sayıda olan bu psikolojik çalışmalarsa 19. yüzyılda olduğu gibi olumsuz bir tablonun ortaya koyulduğunu görmekteyiz. Aynı dönemde sıkılma duygusunun saldırganlık ve yıkıcılığı tetiklediğini vurgulayıp bu duyguyu kınama yoluna gidiyorlar. Günümüzdeyse bu can sıkıntısı halinin aslında ne kadar iyi birşey olduğu üzerine çalışmalar yaygınlaşmış durumda. Bunun en önemli sebebiyse günümüzde bu duyguyu ölçmeye yönelik araçların geliştirilmiş olmasından kaynaklı. Bu sayede de bu duygu ve beraberinde getirdiği sonuçlar daha iyi incelenebiliyor. En nihayetinde yapılan çalışmalarda da can sıkıntısı halindeki o duraklama evresinde aslında günlük hayatımızdaki davranışlarımızı gözlemlemeye ve düzeltmemize bir olanak sunuyor. Aslına bakarsanız tarih boyunca tüm filozoflar farklı görüşlere sahip olsalar bilehepsinin tek bir ortak yanı vardı: Çok iyisıkılılardı. Sıkıldıkları içinde fikirler üretirlerdi. Tam da bu noktada İngiliz fizikçi Newton'u örnek vermek isterim. Newton üniversite hayatına devam ettiği dönemde Londra'da başlayan ve şehrin dörtte birinin ölmesine sebep olan büyük veba salgınından şehirden kaçıp köydeki aile çiftliğinde yaşamaya başlar. İnsanlardan ve şehrin gürültüsünden kaçar yani. İki yıl boyunca da köyde tek başına yaşar. Sosyal hayat özelinde yapacak hiçbir şeyi yoktur. Tek başına olduğu içinse çok fena canı sıkılır. Bu sıkıntı halini iyi değerlendirir. Düşünceleriyle baş başa kalır. Aklından geçen düşüncelerin zihninden akmasına izin verir. Canının sıkıldığı o an anlardan birinde camının penceresinden bahçesindeki elma ağacını izlerken olgun bir elmanın ağaçtan yere düşüp yuvarlanarak belli bir süre durması sürecini gözlemlemesi sonucunda insanlık tarihi için önemli olan hareket yasasını bulmasına neden olur. Hepinizin bildiği o yer çekim yasasını bulur yani. Yine aynı dönemde karanlık bir odada vakit geçirdiği an dışarıdan gelen güneş ışığına takar kafayı ve kendi kendine bilimsel deneyler yapar. Yaptığı deneyler sonucundaysa yansıtmalı teleskobu icat eder.Okuduğunuz üzere yalnızlık ve sıkılma halinin etkisi bu derece önemli yani. Newton gibi insanlığı değiştirebilir miyiz bilmiyorum ama sıkıldığımız anlarda Newton gibi düşüncelerimizi akışına bırakıp güzel şeylere vesile olabiliriz. Bundan dolayı da kendi düşüncelerimizle başbasa kalmaktan sıkılmamalıyız. Sıkılmamamız gerektiği kadar da korkmamalıyız.Amerika'da yapılan bir araştırmaya göre insanoğlunun boş bir odada yalnız kalmaktan korktuğu için kendine elektrik vermeyi tercih ettikleri kanıtlandı çünkü. Deneye katılan erkeklerin %69'u, kadınlarınsa %25'i kendi bedenlerine elektrik vermeyi tercih etti. Aynı kişilere deneyden önce kendinize para karşılığında elektrik şoku verir misiniz diye sorulduğunda hiç kimse bu teklifi kabul etmedi. Kendi başımıza kalmaktan korkmaktansa elektrik yemeyi tercih ediyoruz.İşin özeti sevgili okuyucularım; sıkılmak güzeldir. Güzel şeylere vesile olur. Canınız sıkıldı diye karamsarlığa kapılmadan düşüncelerinizin zihninizden akıp gitmesine izin verin derim. İnsanlığa dair bir buluşunuz olursa da ne âlâ. Bulamazsanız da zihninizin rahatlamasını sağlarsınız.