Sınır en temelde bize ait alanın çevrelenmesidir.
Bu sınırı çizmemizin sebebi kendi alanımızı korumaktır.
En temel hakkımız, kişisel alanımızın korunmasıdır.
Belli bir yaşa kadar bu hak aile tarafından korunur.
Evimizi korumak için elimizden geleni yaparız.
Kapımızı kapatırız hatta bir de kilitleriz.
Keza arabamızı…
Çantamızı, cüzdanımızı, maddi değeri olan ne varsa hepsini saklarız.
Peki manevi alanımızı?
Kendimizi ne derece koruyabiliyoruz hiç düşündünüz mü? Kendilikten kasıt artık fizik beden olmadığını hepimiz biliyoruz.
Ruhsal, duygusal ya da zihinsel olarak kapılarım açık mı?
Kendimi yeterince koruyabiliyor muyum?
Ya da nasıl koruyabilirim alanımı?
Sınırlarımı sağlıkla nasıl çizebilirim?
Yaşadığım sorunların birçoğu belki de kendimi koruyamadığım için dışarıdan gelen etkiler olabilir mi?
Duvarları, kapısı olmayan bir evde yaşamak gibi savunmasızdır mana alanım. Gelecek her türlü tehlikeye de açıktır.
Etki geldiğinde illa tepki vermek zorunda mıyım peki? Tepkisizlikte bir tepki midir?
Olaylar karşısında vermem gereken tepkiyi vermediğimde olay büyümesin, sorun çıkmasın diye durumu görmezden geldiğimde, sorun çözülmüş olmuyor. Bu benim alanımı korumadığımı gösteriyor.
Ya da vermek istediğim tepki, bazen sessiz kalmaktır, bazen çekip gitmektir.
İçimden gelen sese kulak vermediğim ve istediğim tepkiyi göstermediğim her an alanıma zarar vermiş oluyorum.
Şimdi burada şöyle bir parantez açmak istiyorum.
Zamanında verilmeyen cevaplar, bastırılmış öfkeler, elde edememeler hep bir fırsatını bulduğu yerde açığa çıkar.
Kişi geçti sanır oysa ki sadece uyuyordur.
Hiç bir duygu açığa çıkmadan, görülmeden şifalanamaz. Üzerinden isterse 50 sene geçsin daha dün gibi sıcacık durur orada duygu.
Tetikleyen bir durum ya da benzer bir durum olduğunda, açığa çıkmayı bekleyen bir mahkum gibi özgürlüğüne koşar.
Hesap kitap yapmaz, sonunu düşünmez, yaşar sadece.
Zarar illa fiziki değildir, hatta duygusal, zihinsel veya ruhsal zarar fiziki zarara göre çok daha travmatiktir.
Kesilen yer geçince acısı da geçer ama sebebi geçmez. Atılan tokatın fiziki acısı bir kaç saate geçer ama duygusal acısı kişi farkedip dönüştürene dek geçmez.
Herkesin gücünün yettiği birileri, gücünün yetemediği birileri vardır bu hayatta. Söylemesi gerekene değil de söyleyebildiğine söyler bir çoğu.
Bunu bazen biz yaparız bazen de buna maruz kalırız.
Ailemiz, sevdiklerimiz veya etrafımızdaki insalar bazı zorluklar yaşadıklarında ki herkes yaşıyor. Ama sanki bir kendi yaşıyor gibi oluyor o an. Ve kişi ailesine gösteremediği tepkiyi, zamanında patronuna gösteremediği tepkiyi, arkadaşına söylemediği düşüncesini biriktirir. Ve yaşamı süresinde dolan kovasını gelip sende boşaltır. Eğer sen kendini korumayı bilmiyorsan; o rahatlar ama sen şişersin.
Kendini dahi tanımakta zorlanılan bu alemde,
kendimizden başka herkesi tanıyoruz nedense…
Hüküm veriyor, yargıya hazır halde yaşıyoruz.
Sizi tanımayan biri ki bu herkes olacaktır.
Çünkü kimse sizi tam anlamıyla tanıyamaz, zan eder ancak.
Aklınızdan kalbinizden geçenleri bilemez en sevdiğiniz bile.
Bu yüzden size baktıklarında gördükleri kendilerinden başkası olmayacaktır. Biz üzerimize aldığımızda söylenilenleri, kabul ettiğimizde, karşımızdaki de vermek isteyecektir içindeki negatiflikleri.
Bu noktada karşımızda kovasını boşaltmak isteyen birine karşı sınırlarımızı çizdik mi bir bakalım. Yoksa aksi halde bu ilişki çöp tenekesine dönecektir. Ve bir süre sonra ister arkadaşlık ister eş, isterse de aile, kendi çöplüğünü kurma yoluna gidecektir.
İyi güzel de nasıl koruyacağım alanımı diyorsun dimi?
Öncelikle başkasının alanına girmeyerek.
Vermen gereken tepkiyi doğru yerde, doğru kişiye, doğru zamanda vererek.
Önce buradan başlayalım, sonra bir başka yazıda da nasıl yapacağımızı konuşalım.
Bir sonraki yazıya kadar sınırlarına iyi bak.