Gece neredeyse sabaha kadar kasabayı ıslatan yağmurunda etkisiyle güneşli olmasına rağmen serin, insanların hayat şartlarını kabullenmekte zorlandığı, neden böyle oldu sorusunun cevapsız kaldığı, sıradan olmasını, yarın ve daha sonraki zamanlarda anımsamak istemediğim bir gün.
Daha gün doğmadan kalkmış, paltomun yakalarını kaldırmış, eski mahalleden geriye kalan sokaklarda yürümüş, şimdi apartmanların dikili olduğu yerlerde, siyah beyaz fotoğraf karelerinde ve anılarımda kalan tek katlı evlerde yaşamışların bana nasıl seslendiklerini, yüzlerini, adlarını hatırlamaya çalışmıştım.
Yüz yıl sonra bu sokaklar, bu mahalle, bu kasaba, bu dünya nasıl olacak kim bilir?
Ben ne olacağım?
Siz ne olacaksınız?
Bizden kalanlar ne olacak?
Nasıl hatırlayacak insanlar bizi?
Nasıl yazacak kitaplar bugünleri?
Zaman, yüzleri ve adları siliyor, insan değil miyiz, unutuyoruz!
Bugünün yaşayanları için deli, meczup bir şair ileride şöyle yazacak belki;
“Geçtiler, gittiler, kiminin izi kaldı, kiminden iz de yok!”
Mendil kadar da olsa boş bir arsa arıyor gözlerim, yatırım için yapılmış apartmanlar, sahibinden kiralık dükkânlar, acil satılık daireler, ağzına kadar dolup taşmış çöp tenekeleri, sokak köpekleri, kargalar, koku.
Hiçbir zaman sanayileşmeyecek, adı gazete ve dergilerde ‘saklı cennet” diye yer almamış, arazileri ileride de para etmeyecek, insanların gelmeyeceği yerlere taşınmak lazım, geç kaldık, sarı damperli kamyonları sokak aralarında ilk gördüğümüzde, ilk tek katlı ev kat karşılığı verildiğinde, Osman amca bakkal dükkânını kapattığında yapmamız gerekiyordu bunu.
Şimdi nasıl bir yüz yıl sonrayı göremiyorsak geçmişte de büyüklerimiz görememişti bugünleri…
Yetmişli yılların sonlarında nasıl bir coşkuyla terk etmiştik bahçemizdeki meyve ağaçlarını, kileri, kömürlüğü, ekmekli sobanın üzerinde pişmiş tereyağlı ekmekleri, sabahları öten kumruları, kapı önlerinde çekirdek çitlerken yapılan koyu sohbetleri, telli dolapları…
Batan gemiden sağ kurtulmanın sevincinden, okyanusun ortasında, karanlıkta tek başımıza olduğumuzu anlayana kadar geçen süreç!
Gözlerin uzaklarda küçücük de olsa bir ışık arayışı, çırpınış, umudun tükenişi, teslimiyet!
Çocukluğumun güneşli bahar sabahları, iğde ağaçları, sazlı gölleri, nilüferleri, kanayan dizlerim, dolan gözlerim geliyor aklıma.
Geçmişin sadece benim bildiğim hiç büyümeyen hayaletleri ile karşılaşıyorum şimdi olmayan kavak ağaçlarının altında, utanıyoruz birbirimize selam verirken, bir iki adımdan sonra tekrar arkamıza bakıyoruz ve çok geçmeden bir kez daha, utanılacak bir şeyi aklımızdan bile geçirmemişken her arkamızı dönüşte tekrar utanıyoruz.
Yeni bir gün ve sıradan olsun bugün