Silivri sahilindeki Nazım Hikmet heykeli ve Behramkale'deki Aristo heykeli; ikisi de defalarca tahrip edildi, ikisini de densizliklerinin ve aptallıklarının nişangahı yapan hödükler defalarca sırtından kurşunladı.!
Kendilerine yakışanı yapmışlar tamam da, içimizin sızısını ne yapalım?
Bir türlü öğrenemedik bizim topraklarımızda can bulmuş tarihin gördüğü en kıymetli insanları düşünce estetiğimizde yaşatabilmeyi.. ve bir türlü öğrenemedik dünya ailesinin itibarlı üyelerinden olacaksak eğer onların ışığına sarılıp yürümemiz gerektiğini!
Antik Çağ'daki Yunan medeniyetinin insanlık tarihi içinde neden böyle samanyolu gibi parladığını bilmek isteyenler için binlerce makale, belki milyonlarca kitap bulursunuz.
Ama ben en kısa yoldan sadece bir cümleyle anlatmaya çalışacağım sizlere. Bakın bakalım MÖ 322'de ölen Aristoteles'den yüzyıllarca sonra yani MS. 120'de Chaeronea'da dünyaya gelen Plutarkhos onu nasıl anmış:
“Hayatı babama, güzel ve doğru bir hayat sürmeyi ise Aristoteles'e borçluyum.”
Bu can alıcı cümle vefayı, insanlaşmanın büyüklüğünü hem de erdemin nasıl insana yakıştığını ne güzel anlatıyor değil mi.
Yahu açın gözünüzü de burnunuzun dibinde tarihe yön vermiş olağanüstü insanlara bakın be arkadaş.. bir görün!
Yoksa sizin aptallığınız, paçozluğunuz ve bir işe yaramaz nepotizminizin ısrarıyla çürüyecek bu memleket.
Memleketim diye diye memleketinden uzak öldürdüğünüz Nazım Hikmet'i yaşarken anlayıp hayatınıza geçiremediniz, bari şimdi açın gözünüzü kulağınızı da kendinizi dünya aleme.
.........................................................................
Sen, memleketini şiirlerinle dünyanın gergefine işlerken, onlar işine gelmediği için anlamak istemediler ve hasret öldürdüler seni yurduna.. safi çıkarlarını düşünürlerken! Cioran'ın “bilgelik yaralarımızın kılığına bürünür” dediğince, sizlere yaşarken reva görülen ayıplardan ötürü hep utanacağız, açık kalmış bir yara gibi kanayacağız yaşadıkça!
Ayrılışınızın yıldönümünde bir kez daha saygıyla, sevgiyle anıyoruz, ruhunuz huzurda olsun.
OLMAK İLE ÖLMEK ARASINDA
Dünya derme çatma.
Evler, ışıklar, Arnavut kaldırımlı yollar tersyüz olacak sanki.
Birazdan lambalar patlayacak,
ışık demetleri, kıvılcımlar yüzüme sıçrayacak.
Birazdan sesleri bastıracak köpeklerin çaresiz uluması.
Ne oluyor böyle..
neler aklımdan geçiyor delice!
Ağır ve yumuşak basıyorum yere.
Ama yine de çok hızlı yürürken duyduğum gürültülü ritim uğunuyor kalbimde..
Sanki her şey bitmiş..
Sanki toprak gibi, ölü gibi..
Ve sanki kendi kendimin bataklığı gibiyim!
İçimin zehri midemden boğazıma kadar yükselmiş;
yavaş yıvış ceberut!
Boğuluyorum da bağıramıyorum sanki,
kimse uyanmasın diye nezaketimden.
Sözde gece ama karanlık firari,
ne bulutlar yürür, ne de onlara yol gösterir gecenin laciverdî.
Garip, en çok da gergin haldeyim.
Girift mi derler ikisinin bileşimine?
Reflünün batağı, çokuşmuş batınımda yükselmiş.
Boğuluyorum ama sesim yok!
Dil.! o dil değil mi,
bunca yıldır sur gibi otuz iki dişin ardına gizlenmiş.
Birazdan aldığım son nefesim olacak.. birazdan burnumun kanatlarının titreşimi duracak, bedenim soğuyacak!
Ne kaldı geriye, ne kaldı.?
Bağır.. Bağır..
Baaaağııııııııır!
Sesin içine ulaşsın.
Yatağında beklemiş de sırsıklam terlemiş..
bataklaşmış göğsün taşkın olsun yıkansın.
Durma varsın herkes uyanırsa uyansın;
bağır!
sesin taaa içinin içine yağsın..
Her şey bitti dediğin yerde;
olmakla ölmek arasında geriye mutlaka bir şey kalır.
Avazın çıktığı kadar yükselt haykırışını geceye;
yağmur olup gümbürdeyen sesinle,
Ve olmak ile ölmek arsında biliyor musun ne kalıyor geriye;
kahrolmamak kalıyor..
kahrolmamak kalıyor adamım geriye.