Bir Acem hikâyesinde son randevunun şaşmadığı şöyle anlatılır.
Halife Bağdat'ta sarayının balkonunda dururken baş vezirinin büyük bir heyecanla koşarak geldiğini görür, hemen yanına çağırır ve bu heyecanının nedenini sorar.
Vezir ağlamaklı bir sesle, “Yalvarırım bana izin verin.
Bu şehirden hemen gitmeliyim.
Az önce saraya gelmek için büyük meydandan geçerken birinin bana baktığını hissettim.
Dönüp baktığımda tam arkamda ölümü gördüm.
Simsiyah giyinmişti, gözlerini bana dikmişti. Eminim beni arıyordu. Ne olur izin verin hemen çıkayım akşama varmadan Semerkant'a varırım” der…
Halife, “Gördüğün gerçekten ölüm müydü, emin misin” diye tekrar sorar.
Vezir, “Çok eminim, Halifem. Beni arıyordu. İzin verin buradan gideyim” deyince, Halife çok ikna olmamasına rağmen izin vermiş…
Vezir en iyi atına atlayarak karanlığa kalmadan Semerkant'a doğru dörtnala yola çıkmış…
İçi rahat etmeyen Halife arada bir yaptığı gibi kıyafet değiştirerek sarayın arka kapısından çıkarak halkın arasına karışmış.
Büyük meydana geldiğinde bir köşede ölümü görmüş.
Ölüm, herkesin çok kolay tanıyabileceği bir kılık içinde yavaş yavaş dolaşıyor bazen bir yaşlı adamın sırtına dokunuyor, bazen bir kadını kolundan tutuyormuş…
Vezirinin yanılmadığını gören Halife yaklaşıp ölümün kulağına, “Benim vezirim henüz gençtir.
Sağlıklıdır.
Bildiğim kadarıyla çok namuslu ve dürüsttür.
Onu çok korkutmuşsun.
Ona neden öyle baktın” diye sormuş…
Ölüm, “Korkutmak istemedim. Onu aramıyordum burada göreceğimi beklemiyordum birden karşıma çıktı, göz göze gelince çok şaşırdım çünkü onunla son randevumuz burada değil Semerkant'taydı” demiş…
Ölüm, son randevusu gelenleri toplarken bizden de üç kişi aldı.
Yirmi gün içinde hanımın iki ablası ve bizim dayı ile vedalaştık.
Covitti, kalpti derken her gün her gün eksiliyoruz.
Öyle ir dönem ki aşı, maske, korona, varyant, döviz, faiz, kriz tam bir survivor hayatı yaşıyoruz.
Herkesin Allah yardımcısı olsun…