Sürahi ve bardak

Dana kadar bir domuz çıkmamış mı arabanın önüne! Gece, karanlık, son anda freni köklemiş öyle durabilmişler. Yenge varmış yanında korkmuş, çok ödlekmiş zaten! Bir keresinde evde fare var diye ağabey işten gelene kadar divan tepesinde beklemiş. Fare de küçücük bir şeymiş.
Ağabeyin adını sormadım, o da benimkini merak etmedi. Kutu kadar bir çay ocağının önüne atılmış ahşap taburelere komşu düştük. Hayat düşürdü!
Öyle kitabın ortasından anlatmaya başladı.
Hikâye bitince en ciddi halimi takınıp, büyük geçmiş olsun dedim.
O da en ciddi haliyle cevap verdi, sağ ol kardeşim.
Giderken benim çay paralarını da ödemiş!
Uzun boylu, Sadri Alışık bıyıklı, zayıf bir adamdı, yaşı ya altmışa yakın ya altmışı azıcık geçmişti.
Nedense hiç çocuğu olmamış gibi geldi bana.
Niye bilmem!
Sonra fareden korkan yengeyi düşündüm, kısa boylu toparlacık bir kadın geldi gözümün önüne. Doğuştan ev hanımı, şalvarlı, yazları yalın ayak gezen, sinirlendiği zaman bir ayağını yere vura vura bağıran. Sinirini alamayınca odasına çekilip içini çeke çeke ağlayan kocaman gözlü bir kadın.
Kuru fasulyeyi güzel yapıyordur diye geçirdim içimden, pilavı da tane tane. Kış hazırlıklarını çoktan bitirmiştir, lahana turşusu kurmuştur kütür kütür, kuru yufka yapmıştır da yere serdiği gazete sayfalarının üzerine dizmiştir. Yufkadan bir tepe şöyle! Bol kaymak da koyuyordur börek yaparken.
Salça kaynatmıştır bir hafta, organ saklar gibi kavanozlara koymuş ağızlarını da sıkı sıkı kapatmıştır.
Tarhanası ayrı, eriştesi ayrı…
Tek katlı, briket duvarlı, bahçesinde iki iskemleli mavi masası, bardak eriği ağaçları olan bir evde oturuyorlardır, tuvaletleri de dışarıdadır! Yenge gece tuvalete gitmeye korkuyordur. Tutuyor tutuyordur da mesele dayanılmayacak bir noktaya gelince bizim Sadri Alışık bıyıklı ağabeyi dürtüyordur.
“Kalk, çişim geldi!”
O tuvaletteyken bir sigara yakıyordur uzun boylu ağabey, için için toparlacık hanıma gülüyordur.
Çamaşır, bulaşık yıkarken kendi kendine türkü de söylüyordur. “Yüksek yüksek tepeleri” mırıldanırken gözleri doluyordur. Evlendiği gün geliyordur aklına, rahmetli babasının kırmızı kuşağı beline bağladığı an!
Güzel adamdı babam diye geçiriyordur içinden, elinin tersiyle siliyordur göz yaşlarını. Kahve pişirip, cam kenarında, tülün arkasından sokaktan gelip geçene bakıyordur.
Sokak aynı sokak işte.
Evler aynı evler.
Bir değişen onlar!
Gözleri, duvarda bir çiviye asılı duran, kocasıyla evlendikleri gün çektirdikleri siyah beyaz fotoğrafa kayıyordur, üşenmeyip tozunu alıyordur çerçevenin, arada fotoğrafı öpüyor, sarılıyordur da.

Bir düşten uyanmış gibi irkilerek dönüyorum gerçek dünyaya, toparlacık hanımı cam kenarında bırakıyorum.
Niyeyse güleceğim çıkıyor, Orhan Kemal'in Avare Yıllar'da kurduğu cümle geliyor aklıma
“Herkes sakız çiğner ama Çingene kızı tadını çıkarır.”

YORUM YAP