Ergenlik dalgalanmalarımızı fırtınaya çevirme meyli yüksek potansiyelle sloganı “Susma sustukça sıra sana gelecek”e inat çok güzel bir yazı ilişti dün gözüme… Sosyal medyanın hayatımıza girmesinin en büyük faydalarından biri Şems'in öğrenişini kıyısından, köşesinden çoğumuzun ezber etme imkânı bulması… İdrak farklı bir boyut tabi ama siz bir okuyun önden, sonra ilave edeceklerim olacak…
***
“Sus gönlüm. Çok dile getirme. Sen dile getirdikçe gönlün daha da coşuyor, daha meraklanıyor ve beklemek daha da zorlaşıyor.
Sus gönlüm. Çok laf etme. Az söyle ki işimiz olgunlaşsın. Az söyle ki Hakka karşı yanlış kelam çıkmasın.
Sus gönlüm. Bir elif miktarı sus. Az kaldı bahara. Dayan gönlüm. Denizin içinde meydana gelen... Görünmeyen dalgalar gibi yüreğin biliyorum. Beklemekten başka çare olsaydı, seni durdurmazdım... İnan bana... Ama yok. Başka çare yok. Unutma ki ilaç bile beklemeden tesir etmez, çiçek bile vakti gelmeden önce açmaz...
Sus gönlüm. Bu kışın bahara dönünceye kadar. Bu gece gündüz oluncaya kadar. Uzak yollar yakınlaşıncaya kadar. Bu sıkıntının ardından ferahlık gelinceye kadar. Ve yüzümüz vuslat gözyaşlarıyla ıslanıncaya kadar sus...
Sus gönlüm. Seni senden daha iyi bilen Rabbinin hükmü vuk'u buluncaya kadar. Senin nasibin sana ulaşıncaya kadar, ulaşmayanlarınsa senin nasibin olmadığını anlayana kadar sus...
Sus gönlüm. Onun geleceğini görünceye kadar. Acının bala dönüştüğünü fark edinceye kadar. Onun gönlünün senin gönlüne muhabbet düğümüyle bağlandığını görünceye kadar.
Sus gönlüm. Sebepler var edilinceye kadar. Bahaneler oluşuncaya, birbirimizin nasibi oluncaya kadar sus.
Sus gönlüm. Bütün bu susmalarına karşılık her şeyin hayırlısının olacağına inanarak sus.
Sus gönlüm. Her susuşun bir cevap olsun. Her susuşun, sabrın olsun. Her susuşun, duan olsun. İçten yakarışının adı olsun, susuşun. Bekleyişinin, umut edişinin, inancının, sevdiğinin vurgusu olsun, susuşun...”
İmza Tebrizli Şems…
***
Sonsuza kadar hiçbir suskunluk sürmez tabi… Ama konuşmaya karar verdiğinizde ağzınızdan çıkacakların asla dönüşü yok…
Seçimdi, referandumdu derken vatandaş çok az konuşabildi… Konuşma şevkinde de azalma olduğunu söylemek mümkün; baskı, tehditler gırla. Dinleyen kimse olmayınca söz söylemenin de fazla bir manası kalmıyor zaten… Şu seçim tantanaları bitse de halkın gerçek gündemine dönsek hayırlısıyla… Eğitimden, bilimden, kültürden, sanattan, hizmet ve yatırımlardan söz etsek mesela…
Turgut Özal, bir gün Kültür Bakanını görüşmeye davet ediyor… “Say senden önce koltuğunda oturan bakanları” diyor. Kültür bakanı bir, iki, zorlanarak üçüncü ismi söylüyor. Özal, “Bunları kaç kişi bilir” diyor bu defa… “Halk bilir mi mesela” diye soruyor... Mevcut Bakan bile seleflerinin üçünü zor sayıyor, halk ne kadarını bilsin! Özal bu defa “Ama Nazım'ı, Aşık Mahzuni Şerif, Orhan Gencebay'ı bilir mi halk?” diye soruyor... “Tabi bilir efendim” yanıtını alınca Kültür Bakanına, “Bizim kültüre, sanata daha çok yatırım yapmamız, önem vermemiz gerekiyor o zaman” diye görüşmeyi tamamlıyorlar… Özal'ın düşündüğü, inandığı şekilde davranabildiğini söylemek güç her halde…
Allah aşkına biz artık şu seçim işlerini bitirip; işimize gücümüze bakalım… Zaman o kadar hızlı akıyor ki; gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olanlar arasında açılan farkta kaybolacağız diye çok korkuyorum…
Hayat bitmeyen bir kavga evet… Ama neyin kavgasını verdiğimize dikkat etmeliyiz. Boş bir kavganın içinde heba edilen hayattan daha acı bir şey olamaz!