Yoksulluk, falçatanın onları boydan boya çizen yarası gibiydi! Kolay kapanmıyor; kapansa da izi, damgası, üzerine kazınmış utancı gibi ve zahirinde uğursuz bir işaret benzeri aleni duruyordu!
Artık yoksulluk isyan, patlama sebebi olmaktan öte, taşı delen güce ulaşmıştı…
Canına çullanan soyluları, ciğerini emen kan sevicileri, teninden teriyle, öfkeleriyle atabilmeliydi tükenenler..
Tahammül eşiği, sınırı gürültüyle aşılmıştı; yüzleri kara ve yanık, elleri kanamış ve irin içinde... Acılı avuçlarıyla teberdarlar, köle köylüler, serfler; vassalların canına okumak için bir araya geliyorlar, acılarını yontup öfkeye, silaha dönüştürüyorlardı.
Bağırıyorlardı... Artık huzursuz, yorgun ve biteviye bağırıyorlardı..
Adalet ve varlıkta eşitlik diye ünlüyorlardı. Kursaklarından et, süt, sebze geçeceği günleri; zengin yaşamın sancısız keyfini sürebilmeyi hayal edip güçlerini büyük bir öfkenin, önlenemez birikimi olarak bir araya getirebilmeyi, ölesiye istiyorlardı..
Yoksul köleler, hizmetliler, köylüler; ruhları bedenine ağır ve vücudunda ağrıya dönüşüp dolaşanlar bezgindiler, öfkeliydiler. Soruyor, sorguluyordular: Aynı gök kubbenin, aynı büyük çatının altında yaşayanların, her şeyi birlikte ve eşit, herkesi düşünerek, ihtiyaçtan artanı sahiplenmeden, yağma, talan etmeden neden yaşanamıyordu!
Dönemin fırıldak egemenleri, çarmıha gerilen İsa'nın Tilmizlerinin yazdığı İncil'e sarıldılar içleri titreyerek. İsa ve İncil'in deli gibi propagandasına başladılar! Gün kötü gündü.
İşi çıkarlarına hizmet eder hale getirmek ve paçayı kurtarmak zorundaydılar mutlaka. Her halükarda İsa'nın anlatısı, yaşamı, trajedisi, onları bu bunalımlı dönemden kurtarmak adına biçilmiş kaftandı. Yoksulların daha yoksul; sitemsiz, suskun, boyun eğen hale gelmesi işte bundan sonra oldu… Ne olduysa bundan sonra evet bundan sonra oldu.
İsa'yı ve Hıristiyanlığı devreye sokup, yoksulların şükretmeleri gerektiğini; yoksulluğun bir mertebe, şükür ve şükran sebebi olduğunu yaydılar. Fakirler, düşkünler şükretmeliydiler; zira cennetin en seçkin konukları, fakirlerden oluşacaktı (!) Ölümden sonra cennetin en istisna, muteber yerinin sahibi olmak ne paha biçilmez zenginlikti (!)
Böylece bedbinliğin, çilekeşliğin, fukaralığın kurtuluş yolu olduğunu bildiren Hıristiyanlık sömürünün yolunu, inançların afyon olarak kullanılmasının önünü de açmış oldu. Din ile sömürmenin en kolay, en pratik, en pragmatik uyarlama ve uygulama alanı olduğunu;
Aptallaştırıp; gene din'le ruhları susturulan toplumlar üzerinde uygulayarak ispat ettiler!
Başarıya; hem net, hem de kesin başarıya ulaşmışlardı. "Yoksulluğun", cennetin ve sonsuz mutluluğunun anahtarı olduğu dümenini işleterek, hakim, güçlü bir sömürü düzenini başlatmışlardı. Çünkü yoksulluğun kurtuluş demek olduğu düşüncesini, Hıristiyanlığı da kullanarak kabul-makbul hale getirmişlerdi.
Uzun zamandır sosyal bir analiz adına, emek sermaye çelişkisinin nereye kadar uzandığını yazmak ve değerlendirmek istemiştim. Bu anlamda en ilginç kesit zannederim İsa ve Hıristiyanlığın, güç, sermaye adına dâhice kullanımıdır. Bu dâhiyane düşünce o gün bugündür, sömürü düzeninin en önemli düzeneği olmuş; varsıllar dünyanın altını üstüne getirirken, kimsenin ruhu duymamış, din iman sömürüsü yüzyıllar boyunca açlık, ölümler, savaşlarla kol kola böylece sürüp gitmiştir.
“Ya al götür geri kalanımı,
Ya da gel tamamla eksik yanımı…”
*Mevlana