Kasabanın rüya gördüğü saatlerdi, sokak lambalarının titrek aydınlığından başka ışık, içimde bir yerlerde çalan melodiden başka ses yoktu. Üzerine iliştiğim taşın, yüzümü yoklayan rüzgârın, ayaklarımın ıslandığının farkındaydım.
Karşı tepeler birazdan bakır cezve rengini alacak ve elimde tuttuğum fincanın içine dolan gün ışığından fal bakacağım.
Üç vakte kadar yolların, kısmetlerin, bak balığa benzemiyor muların, geyiklerin, deve kervanlarının ve çöl çiçeklerinin gölgeleri vuracak yüzüme, iyiye yoracağım gördük- lerimi.
Fırından sıcacık ekmekler çıkacak birazdan, kadınlar herkesten önce kalkacaklar, çayı koyacaklar önce, tok tutsun diye yumurta haşlayacaklar sevdiklerine.
Talikacı Hasan sırtından bıçaklanmış gibi açacak gözlerini, perdeyi aralayıp denize bakacak, uzun uzun gerinecek, ayakkabılarının ökçelerine basacak yine, balıkçı kahvesine giderken yanımdan geçecek selam vermeyecek, ben de görmezden geleceğim.
İkimiz de birbirimize söveceğiz!
Denize tüküreceğim, sonra unutacağım Hasan'ı, sonsuza giden yakamozdan yolun üzerinde yürüyebilir miyim diye düşüneceğim bir süre, yol varsa sonunda kapı da vardır diye geçireceğim içimden.
Başımıza ne geldiyse zaten ya yollardan, ya kapılardan, insan değil miyiz ille de merak ediyoruz gitmediğimiz yolu, açmadığımız kapıyı… Aralık bırakmak istediğimiz, eşiğine kıvrılıp yattığımız kapılar da cabası, bir kapı kapanırsa, bin kapı açılır iyimserliğini seviyorum, yeter ki cebinde anahtarların olsun.
Hakkımızı aramak için bıçağın kemiğe dayanması, kanatlarımızın çıkması için uçurumun kenarına gelmemiz gerekiyor.
Yardımseverliğimiz, bilgeliğimiz, alçak gönüllüğümüz, ahlaklı oluşumuz, hep korkudan!
Bir de pişmanlıklarımız var fakat çok yazmak lazım şimdi.
“Bizi seveni biz de seviyoruz” diyeceğim ağaçlar çiçek açacak…
Mahir Ünsal Eriş'in yazdığı gibi, “Tüm yoksul çocukları, semadan vahyolunmuş bir ayet kadar emin, bilirler ki, talihsizlik bulaşıcı bir ilettir”
Talikacı Hasan diye biri yok, ben uydurdum, bu zamanda talika mı kaldı yahu...