Bazı ülkeler neden yeterince gelişemez? Sadece eğitim eksikliği yüzünden mi yoksa çok daha geniş çaplı mı düşünmek lazım? Bir ülkenin ya da milletin veyahut toplumun geri kalmasına dair tüm sebep ve tartışmaları toplamak istememin sebebi tarihsel olarak ülkelerin ve milletlerin jeolojik sınırlarıyla politik sınırlarının her zaman tam olarak örtüşmemesidir.
Bir toplum neden geri kalır? Bunun yegâne sebebini eğitime bağlamak yanlıştır, fakat toplumsal alışkanlıkların yani günlük yaşamı ve genel alışkanlıkları belirleyen kültürün yarattığı şablonun da toplumun yaşam kalitesinde ve problem çözme becerisinde çok önemli bir etkisi vardır. Velhasıl bence bir toplumun geri kalmasındaki en önemli etmen, o toplum üzerinde en güçlü etki alanına sahip olan elit sınıfın toplumu tasarlamaktaki kritik hataları ve toplumsal barışı oluşturabilme becerilerindeki eksikliktir.
Sırayla gidelim, her şeyin başında eğitimin toplum üzerindeki etkisinin gerçekten ne olduğunu sorgulayalım… Eğer eğitim, bir toplumun gelişmesindeki yegâne sebepse o vakit gelişmiş toplumlara göç eden eğitimli ve nitelikli çalışanların geri kalmış ülkelerden gelmesini ele almak gerekir. Gelişmemiş bir ülkeden gelişmiş ülkeye eğitimli ve nitelikli iş gücü gidiyor ve gelişmiş ülkede o ülkenin ortalama maaşının üzerinde paralara çalışabiliyor ya da önemli üniversitelerinde yüksek lisans veyahut doktoraya kabul alabiliyorsa, bu noktada gelişmemiş ülkelerin de gelişmiş ülke standartlarında bir eğitim verebildiğini kabul etmemiz gerekiyor. O vakit eğitim ya da nitelikli insan gücü, bir ülkenin geri kalmasındaki en önemli sebep olamaz. Zira geri kalmış ülkelerde de gelişmiş ülke standartlarına uygun insan eğitilebilmektedir.
Eğitim meselesine tekrar döneceğim fakat baştan, meselenin eğitim olmadığını, daha doğrusu eğitimin bir sebep değil sonuç olduğunu vurgulamak istedim. Tabii ki gelişmemiş ülkelerde, gelişmiş ülke standartlarında çalışabilecek nitelikte eğitilen insanın genel eğitimdeki oranı düşüktür. Fakat aşağıda açıklayacağım sebeplerden ötürü, eğitim bir sebep değil doğal bir sonuç olarak ortaya çıkacaktır.
Geri kalmışlığın bir başka bileşeni de kültürdür. Kültür, bir toplumun tarihsel olarak yaşama alışkanlıklarının özetidir. Ben birtakım ölçülebilir örnekler vereyim aklıma geldiği kadarıyla; başkalarıyla etkileşime girmeye eğitim, başkalarıyla tartışmaya açıklık, değişime ve yeniliklere açık olmak, problemler karşısındaki sükûnet ya da agresiflik, toplumsal olaylara karşı farkındalık, toplumun kendi içinde alt komünitelere esnekliği, toplumun alt kültürleri de içinde barındırabileceği bir konsensüs sahip olması, toplumda sınıfsal geçişlilik, toplumun farklı sınıfları arasındaki etkileşim, toplumun sınıfsal geçişliliği, toplumsal hiyerarşinin ölçeği, hiyerarşinin ne kadar baskın ya da esnek olduğu, kural ve ilkeleri toplumun ne kadar benimsediği, toplumun yükselen değerleri (para, eğitim, ahlak), toplumda korku ve güç öğeleri, toplumda şiddete olan eğitim vs. Örnekler çoğaltılabilir…
Mesela toplumdaki hiyerarşi, güç ve korku öğelerine bakalım. Eğer bir çocuk, büyüdüğü toplum içinde sadece güçlünün, tüm konsensüsleri atlayarak ya da hiçe sayarak haklı olduğunu görüyorsa, doğal olarak toplumsal ahlakı faydasız, işe yaramaz olarak görüp, toplum içinde yer edinmek için ali kıran baş kesen olmaya meyil gösterecektir ki bu uzun vadede toplumda kaosun olağanlaşmasını sağlar. Toplumun değerleri zayıfsa mesela, o vakit, sadece maddiyata dayalı bir statü edinme çabası, topluma uzun vadede katkıda bulunabilecek eğitimi, topluma değer katmayı anlamsız kılacaktır. Alt komünitelere olan esnekliğin olmaması, toplumun içinde, hâkim sınıf dışında kimsenin yön verememesi, alternatif sunamaması demektir. Sınıfsal geçişliliğin olmaması, legal yollardan toplumda bir başarıya ulaşamayacağını insanların benimsemesine sebep olur. Farklı sınıflar arasındaki etkileşimi düşük bir toplumda adalet duygusu sarsılır, bu da asayişi etkiler. Şiddete olan eğilim, genç nesillerin korku ve güç ögesi dışında alternatiflere yönelmemesini sağlar. Kural ve ilkelerin toplumsal konsensüslerin hiçe sayılması, geleceğin tamamen güce göre şekillenmesini ve toplumsal barışın anlamsızlaşmasını sağlar. Sınıfsal geçişliliğin olmaması ya da düşük olması da toplumsal barışı (sınıflar arası kavganın) imkânsız kılar.
Bu kadar iç soruna sahip bir toplum zaten kendi başına kendini yönetemez ve oldukça kırılgan, düzen oluşturmaya muktedir olmayan bir yapıya bürünür. Bu da o toplumun bir düzen oluşturamaması, dolayısıyla mevcut sorunları çözebilmek için iş bölümünü sağlayan soyut işlevleri oluşturmasına mani olur. Toplum, kendi içinde kaotik birçok sesliliğe dönüşür ki burada konsensüslerin olmaması da o toplumu toplum olmaktan çıkarır, kitleye dönüştürür. Haliyle devletin sağladığı asayiş dışında toplum, kendi huzuruna katkıda bulunmaz hale gelir. Ancak dayakla laftan anlayan çocuklar gibi, ancak ceza ile asayişin sağlandığı bir toplum ortaya çıkar.
Kültür, görüldüğü üzere eğitime göre daha baskındır. Dahası eğitim (ki bunu öğrenim için kullanıyoruz günlük hayatta) asla toplumsal kültürü doğrudan etkileyemez, etki dolaylıdır. Bugün geri kalmış ülkelerde yolsuzluk yapan firma yöneticileri ya da sokaklarda trafik kurallarını ihlal eden insanların içinde eğitimli kişiler de vardır. 11 sene verilen temel eğitim, o kişinin becerilerine odaklıdır. Eğitimi veren okullarda bile öğretmenlerin tavrını kültür belirler. Kültür, toplumun kendi içinde "ben nasıl yaşayacağım" sorusunun cevabıdır. Eğitim ise "çocuklarımıza ne öğreteceğiz, nasıl öğreteceğiz" sorusunun cevabıdır. Eğitimle sağlıklı bir toplumun teorisini verebilirsiniz ama o çocuk, bunu reddeden bir toplumun içinde yaşadığında çözülememiş toplumsal kavga ve sorunların içinde kendini bulacaktır. Eğitim, kültürel bileşenleri doğrudan değiştiremez, etki dolaylı ve uzun bir süreçte anlamlı olur.
Benim kanaatimce en önemli olan bileşen: “elit sınıf”. Elit sınıf demek, toplumun günlük yaşamı üzerinde en büyük etkiye sahip olan toplumsal sınıf demektir. Mesela bir simitçinin işsiz kalması toplumun geri kalanını etkilemez, fakat bir fabrikatörün batması, tüm çalışanlarını ve o çalışanların ailelerini etkiler. benzer şekilde işçilerin eylem yapması ile endüstriyel patronların bir deklarasyon açıklamaları karşılaştırılamayacak ölçüde farklı etkilere sahiptir. Devlet burada her zaman elit sınıfın daha çok etkisi altındadır. Batıdan doğuya, gelişmiş ülkelerden geri kalmış ülkelere kadar bu değişmez bir gerçektir. Devlet, elit sınıfın toplumda kurduğu düzenin doğal bir sonucudur. Eğer totaliter bir rejimi incelerseniz mesela s.s.c.b. gibi, orada da elit sınıf, devlet organları içinde en büyük etkiye sahip olan bürokratik sınıftan oluşur. Sonuç olarak her zaman, toplumun üzerinde büyük bir etkiye sahip olan elit bir sınıf vardır ve bu elit sınıfın aldığı kararlar veyahut yaptığı etkiler, toplumun büyük kesiminde bir etkiye sahip olur.
Eğer elit sınıfınız, vizyon sahibiyse, o vakit bu vizyon topluma yansır. Elit sınıf eğer, toplumun iç sorunlarının en azından kabul edilebilir, sürdürülebilir ve tüm toplumsal sınıflar tarafından makul kabul edebilecek bir toplumsal barışı kurarak toplum içinde huzuru sağlıyorsa, o vakit toplumun işçi kesimi ya da yönetilen diğer kesimleri, orta sınıfı da tepkiye daha az meyilli olacaktır. Batı ve kuzey Avrupa'da var olan sosyal devlet olgusu, o toplumların elit sınıflarının toplum içindeki iç sorunları minimize etmek için kabullendiği veyahut yarattığı bir "toplumsal barış" tasarımıdır. Toplumsal barış, doğunun sosyalizm tehlikesine veyahut işçi sınıfı hareketlenmelerine karşı bir tampon oluşturmuştur. Hayat, kabul edilebilir bir ekonomik banda çekilmiştir alt sınıflar için. İnsanlar, "ben bu halde mutlu olabilirim" diyebilecekleri bir noktada gelir dağılımından pay almaktadırlar. İnsanların maaşlarına ek olarak, doğru vergi politikası ile devlet ve/veya belediyeler üzerinden insan hayatına yapılan yatırımın kalitesi yükselmiştir.
Elbette batı ve kuzey Avrupa'nın elit sınıfı sadece bu ekonomik tasarımla yetinmemiştir. toplum, yozlaşmayı, yolsuzluğu dışlamıştır, toplumsal konsensüs, herhangi bir devlet veyahut firma yöneticisinin ya da üst düzey yetkilisinin hediye olarak aldığı bir kalemi bile mesele eder, yolsuzluk ya da ahlaksızlık üzerinde büyük bir baskı yaratılmıştır.
Başka bir kalem de din… Aslında gelişmişlik, din veyahut etnik grup üzerinde bir toplumsal konsensüs yaratarak, içeride ortaya çıkabilecek potansiyel mezhep veyahut etnik sorunların önünü almıştır. Kutsal kitaba, kiliseye ya da ırka referans yerine, toplumun tüm kesimlerini kucaklayan toplumsal konsensüslere, toplumsal ahlaka ya da anayasaya referans verilmektedir. Bu da ancak, o toplumun hâkim/elit sınıfının desteğiyle veyahut çabalarıyla ortaya çıkabilecek bir olgudur. Elit sınıfın davranışı, kültürün de üzerindedir zira insanlar karınlarını fabrikatörler sayesinde doyurmaktadırlar.
Benim şahsi kanaatime göre toplumun gelişimi üzerindeki etkisine oranla sıralama şu şekildedir; 1. elit sınıfın vizyonu, 2. toplumsal kültür, 3. eğitim
Bazıları bu sıralamada elit sınıfın toplum üzerindeki etkisini fazla ya da abartılı bulabilir. Emin olun, geri kalmış ülkelerdeki zenginler ve elitler gibi batı ve kuzey Avrupa'da da zengin ve elitler var. Onlar da en az geri kalmış bir Afrika veyahut güney Asya ülkesi kadar güçlüler. Fakat toplumsal süreç, tasarım, kavga ve barış, onları ülke içinde bir huzur ortamını tasarlamaya zorunlu kılmıştır. Elit sınıfın devlet üzerindeki etkisi kapitalist ülkelerde geneldir, fakat bu etkinin toplumsal barışı ne kadar etkileyeceği, elit sınıfın vizyonuna, yöntemine ve tasarımına göre değişir.