
“Toplumsal çürüme” kapitalist modernitenin bir sonucuysa, felsefe bu çürümeyi teşhis eder; yapay zekâ ise ya onu hızlandırır ya da panzehir olabilir. Her şey, hangi sınıfın elinde olduğuna bağlıdır.
12 Nisan 2025 tarihinde Silivri Tarih Derneği ve paydaşlarının organizasyonuyla, Silivri sosyolojisine dair toplumsal farkındalık ölçütlerinin çok üzerinde, felsefi ve entelektüel birikimi yüksek, iki buçuk saati aşan bir oturum gerçekleştirildi. Prof. Dr. Doğan Göçmen'in derinlikli analizlerini kaçıranlar için, bu ciddi bir kayıptı.
Bir eğlence, tiyatro ya da popüler siyasi şovlara gösterilen ilgi bu oturumda yoktu. Oysa Silivri'de yerel siyasetin, eğitim düzeyinin güçlü bir damarı vardır. Ancak bu tür etkinliklerde o damarlar çoğu zaman görünmez olur. Demek ki felsefe konuşmak, angarya gibi algılanmış; kimse konforundan fedakârlık etme zahmetine katlanmamış. Ama iki gün sonra bir yöre derneğinin kahvaltı çağrısına, eskisi yenisi, sağcısı solcusu, fırsat kollayanı, pusuda bekleyeni, eksiksiz arz-ı endam etmişti. Yani kim takar felsefeyi? Kaldı ki 12 Eylül 1980'deki apoletli "kurtarıcıların" mirası düşünceyi, düşüneni ve düşünceyi açıklamayı düşman ilan edip yasa, yönetmelik, polis, savcı ve cezaevi zincirine vurup, anahtarı da gardiyana teslim etmişti zaten. O günden beri, hatta ondan da çok önceden bugüne gelen, ağzı dualı, eli abdestli aklın “itaat, biat” mahkumları değil miyiz?
Yukarıdaki başlıkta yer alan “yapay zekâ” konusuna Prof. Dr. Doğan Göçmen'in sunumunda doğrudan değinilmedi. Ancak bu yazı, “Toplumsal Çürüme, Panzehiri Felsefe” başlığıyla işlenen söyleşiden ilhamla; bir işçi emeklisinin, hocanın sözlerinden süzülenleri kendince yorumlaması ve dünyaya bakışını paylaşma cüreti olarak okunmalıdır.
Hocamızdan referansla: Felsefe, en yalın tanımıyla; varlık, bilgi, ahlak, akıl ve insanın yaşamla ilişkisi üzerine sistemli düşünmedir. Yunanca "philosophia" (bilgelik sevgisi) kelimesinden gelir. Kısaca: Felsefe, insanın varlıkla, bilgiyle, ahlakla ilişkisini sorgulama cesaretidir. Bilimin ışığında, deneyimleyerek, düşünen özne olarak dünyayı anlamlandırma gayretidir. Felsefenin bilimle organik bağı, olmazsa olmazıdır. Bu yüzden felsefenin olmadığı yerde "neden yaşıyoruz", "ne doğrudur", "hakikat nedir" gibi sorular rafa kaldırılır. Ve tam da burada çürüme başlar.
Toplumsal çürüme konusu, tarihsel ve güncel bağlamda; ahlaki yozlaşma, adalet duygusunun kaybı, kamusal vicdanın çöküşü, tüketim kültürünün insanî değerleri bastırması gibi birçok öğe içerir. Kapitalist bireyciliğin ortak yaşam duygusunu parçalaması, devletin şirketleşmesi ve yurttaşı müşteriye indirgemesiyle, emeğin değersizleştirildiği bir düzende insan olmak da anlamını yitirir.
Toplumda "her şey satılıktır" algısı yaygınlaşır. İşte burada felsefe devreye girer ve sorar: “İnsanı insan yapan nedir? Hangi değer bu çürümeyi durdurabilir?”
FELSEFE: SORU SORMANIN CESARETİDİR
Elbette ve eğer soru sormayı biliyorsanız. Ya da soru sorma riskini göze alabiliyorsanız. Herkesin soru sorduğu söylenir; ama yeter ki bu sorular da “vatan, millet, bayrak, din, iman, para, mülk...” gibi ‘dokunulmaz' alanlara helal gelmesin! Tam da burada felsefe ölür.
“İnsanı insan yapan nedir?” sorusuna dinlerin ve çeşitli ideolojilerin çokça cevabı olmuştur. Ama bu tartışmalar, tarih boyunca kimi zaman kelleyle, kimi zaman prangayla sonuçlanmıştır. Sokrates, Giordano Bruno, Hallâc-ı Mansur, Tommaso Campanella… Galileo'nun “Dünya dönüyor” sözünü inkâra zorlanışı, Şeyh Bedreddin'in, Pir Sultan'ın idamı, cumhuriyet tarihimizde emeğin ve özgürlüğün, bağımsızlığın yolundan yürüyenlerin gördüğü zulüm, unutulmamalı. Ancak yakın tarihte bambaşka küresel bir dalga daha sardı dünyayı: Yapay zekâ.
YAPAY ZEKÂ: ÇÜRÜMENİN HİZMETKÂRI MI, YENİ İSYANCISI MI?
Yapay zekâ algoritmaları düşünüyor, analiz ediyor, sorguluyor, her soruya bir cevabı var. Saniyeler içinde finans dünyasından sanata, sanayiden uzay çalışmalarına, savaş teknolojilerinden eğitim ve sağlığa kadar her alanda hızlı ve etkili veri üretiyor.
Ama bir sorun var: Bu algoritmaları kim üretiyor ve kim yönetiyor? İşte asıl sorulması gereken bu. ABD ile Çin arasında süregiden gerginliğin merkezinde artık bu teknolojiler var. Peki felsefe bu gelişmelerden nasıl etkilenecek? İnsan yerine düşünme yeteneği kazandırılmış algoritmaları nasıl bir gelecek ön görecek? Eğer yapay zekâ sadece üretimi, tüketimi artırmak, kamuoyunu manipüle etmek, emeği değersizleştirerek insanı sistem dışına itmek için kullanılıyorsa; hakikati çarpıtan, reklamı gerçeğin yerine koyan bir “teknolojik faşizm” in zindanlarında kaybolmaya hazır olmalıyız. Zira bugünkü haliyle yapay zekâ, kapitalist aklın hizmetinde bir silaha dönüşmüş durumda. Robot askerleri insanlığın bu günkü çatışmaların içine dahil edildiğinde neler olabileceği açıktır. Elon Musk gibi figürler, kendilerini adeta birer "tanrı" gibi sunmaya başladılar bile!
2025 yılı itibarıyla Forbes verilerine göre dünyada 8,5 milyar insan yaşıyor. Bu nüfusun karşısında yalnızca 3.028 milyarder var; ama bu küçük azınlığın toplam serveti 16.1 trilyon dolar. Bu devasa servet yoğunlaşması, yalnızca ekonomik değil, siyasal gücün de belirli ellerde toplanmasına yol açıyor. Eğitim, sağlık ve teknolojiye erişimdeki adaletsizlikler giderek büyüyor. Yani, tekelci burjuva egemenliğinin ötesinde, “teknolojik servet oligarşisi” dönemindeyiz. Belki de adını koymalıyız: Dijital Faşizm.
ANCAK UMUT HER ZAMAN VARDIR
Ancak yapay zekâ algoritmaları, kadim zamanlardan beri dünyayı insanlığın ortak evidir gerçeğinden gidenlerin eliyle yazılabilirse ki yazılacak, hatta yazıldığına inanıyorum. Eleştirel felsefe ile beslendiğinde, doğayı bir kaynak değil, bir "can" olarak kabul ettiğinde, veriyi ve bilgiyi halkın ortak mülkiyeti haline getirecek karşı algoritmalar üretildiği (direniş Al.) zaman, çürümenin panzehiri olmaya adaydır. Demek istediğim, felsefenin eleştirel sesiyle birleşerek, toplumda hakikat duygusunu, dayanışmayı ve etik değerleri yeniden üretecektir. Eğer yapay zekâyı felsefe ile sorumluluk ilkesi üzerinden yeniden düşünürsek, onu adalet ve ortak yaşam arayışına yönlendirerek bir şansımız olur.
SON SÖZ YERİNE: EFENDİSİ KİMSE, ZULMÜ DE O YAZAR
Ortadoğu'nun kan gölüne dönmüş coğrafyasında emperyalizmin figüranlığında “din adına” kafa kesenler ile “Adonai adına” okul, hastane bombalayan soykırımcıların aynı “tanrının” ayrı peygamberlerine inansalar ne, inanmasalar ne? Felsefe de yapay zekâ da bu barbarlığın ellerine düştüğünde, sadece zulüm üretir. Efendi kimse, yazgıyı o yazar. Ama eğer insanlık ortak bir evde yaşadığını hatırlarsa eğer, felsefe ışığıyla insanlığı aydınlatır. Çürümenin zehiri kapitalizmin vahşetiyse, panzehiri sosyalizm, barış ve adalettir.