Özellikle 31 Mart seçimleri sonrasında el değiştiren belediyelerin bilançoları yeni belediye başkanları tarafından halka arz edildiğinde gördüğümüz üzere, birçok belediye ciddi bir borç yükü altında. Peki, bu durumun sebebi nedir? Bence bu sorunun cevabını vermemiz için öncelikle belediyelerin iç borçlanma sürecini dikkatli bir şekilde incelemek lazım. Süreç şu şekilde işliyor; İlk olarak, borçlanma gerekçesi belirtilerek borçlanma izin yazısı hazırlanır ve belediye meclisine sevk edilmek üzere belediye başkanınca imzalanır. Meclis üyelerinden birisi teklifte bulunur ve konu belediye gündemine alınır. Konu hukuk ve diğer ilgili komisyonlarda tartışılır ve belediye meclisine sunulur. 5393 Sayılı Belediye Kanunu'nun 68/e bendi uyarınca en son kesinleşmiş bütçe gelirlerinin yeniden belirleme oranıyla artırılmış tutarı belirlenir. Eğer gerçekleşmesi beklenen borçlanma, bu tutarın, yani bütçe gelirlerinin %10'unu aşmıyorsa toplantıya katılanların çoğunluk kararıyla; aşıyorsa o belediyenin mevcut meclis üyesi sayısının salt çoğunluğuyla karar alınır ve ek olarak da Çevre ve Şehircilik Bakanlığının yazılı onayı gerekir. Yine, finansal kurumlardan borçlanmak için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın onayının alınması şarttır. Ancak 2018 yılının sonlarına doğru yapılan bir değişikliğe kadar bu onaylar İçişleri Bakanlığı'ndan alınmaktaydı. Dolayısıyla, yakın zamana kadar İçişleri Bakanlığı'nın onayı olmaksızın belediyelerin bu kadar borçlanması mümkün değildi.
Diğer bir önemli konu ise, bu borçların niteliğidir. Türkiye'de belediye borçlarının önemli bir kısmını günümüzde hala banka borçları teşkil etmektedir ve bu krediler genelde 10 sene gibi uzun vadelerde alınır. Önceden kamu bankaları, iller bankası teminat mektubu karşılığında nakdi ve gayri nakdi kredi verebiliyordu. Ancak süreç son yıllarda değişti ve şuan artık belediyeler imza karşılığı kredi kullanabiliyor. Üstelik örneğin belediye ve özel idarelerin merkezi bütçe vergi gelirlerinden payları gibi birçok geliri kanunen haczedilemez, bu söz konusu dahi olamaz. Ancak bankalar basit bir mantık yürütür: "Ben bu krediyi öyle ya da böyle tahsil ederim, öyleyse çakayım gitsin."
Belediyelerin borçlanmasının en büyük sebeplerinden biri de hiç şüphesiz sponsorluk anlaşmalarıdır. Türkiye'de birçok belediye, ait olduğu şehrin futbol klubüne doğrudan veya dolaylı yoldan sponsor olmuştur. Ümraniyespor, Ümraniye Belediyesi'ni formasının ön kısmına yazdırarak bunu göstere göstere yaparken Balıkesir Belediyesi, iştiraki olan "BALTOK A.Ş" üzerinden sponsor olur Balıkesirspor'a. Bu belediyelerin sponsorluk anlaşmaları ve aktarılan fonlar devasa tutarlardadır. Hepimiz sporu seviyor ve teşvik edilmesinden keyif alıyoruz ancak size hizmet etmesi, yaşanılası bir şehir yaratması için iktidara taşıdığınız belediye başkanlarının kamu kaynaklarını spor kulüplerini finanse etmeye harcadığını düşündüğünüzde ortaya nahoş bir tablo çıkıyor değil mi? Altyapı yatırımı yapmak yerine kredi borçlarıyla hormonlu olarak büyüyen birçok Anadolu takımı ortaya çıkmıştır sonuç olarak. Elimizden gelse muhtarları borçlandırıp mahalle takımlarına sponsor yapacağız bu gidişle! Neyse...
Öyleyse belediyelerin bu denli borçlanmasında dört ana sorumlu belirleyebiliriz bence; 1. borçlanmayı önemli bir sorun olarak görmeyen belediyecilik anlayışı, 2. buna icazet veren içişleri bakanlığı, 3. büyüklük ve kar peşindeki bankalar, 4. ülkemiz futbolunda asansör takım diye bir tanım oluşmasına sebep olan mikro milliyetçilik anlayışı.