Türk Şiirin ustası Refik Durbaş, 14 Nisan 2016 Perşembe akşamı Silivrililerle buluştu. Şair Ülkü Tamer ise rahatsızlığı nedeniyle katılamadı. Silivri Belediyesi ve Hasan-Sabriye Gümüş Anadolu Lisesi işbirliğinde düzenlenen söyleşi ve imza etkinliği Yaşar Kemal Sergi Salonu'nda gerçekleştirildi. Durbaş, yazı hayatına başlayışını, şiiri keşfini, yaşadığı beste sürprizlerini anlattı ve yeni şiirini de ilk kez Silivrililerle paylaştığı keyifli bir söyleşiye imza attı.
CHP Belediye Meclis Üyesi İbrahim Çeşmecioğlu, CHP Mahalle Konseyleri sorumlusu Muharrem Aydoğan, okul yöneticileri, öğretmen ve öğrencileri söyleşiyi takip edenler arasındaydı.
Hasan-Sabriye Gümüş Anadolu Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni İhsan Tevfik'in sunumunda gerçekleştirilen program, usta şairlerinin biyografilerinin anlatıldığı slaytla başladı. İhsan Tevfik, Ülkü Tamer'in “Seni Seviyorum” ve Refik Durbaş'ın “Pusula” şiirlerini seslendirerek duygusal anlar yaşattı.
ÖZDEMİR: ARAMIZDA YAYINCI-YAZAR DEĞİL, BABA-OĞUL İLİŞKİSİ VAR
Ardından usta şairlerin yayıncıları Islık Yayınları sahibi Fahri Özdemir'e söz verildi. Özdemir, tanışma süreçlerine ilişkin açıklamalarda bulundu ve sözlerine şöyle son verdi: “Benim bu iki insanla ilişkin yayıncı-yazar ilişkisi değil, baba-oğul, ağabey-kardeş ilişkisinin de bazen çok ötesinde. En zorlandığımda, hatalar yaptığımda kulağımdan çeken iki insanlardır. Onlar benim hayatıma yön veren insanlar. Hep elimden tutmuşlardır. Bu yüzden ben çok şanslıyım. İki tane çok kısa bir biyografi izlediniz. Hep hayata, güzelliklere, sanata, barışa ve kardeşliğe adanmış iki ömür. Bu yüzden kendimi dünyanın başkenti olarak görüyorum, çünkü iki tane böyle dosta sahibim. Umarım siz de bu şansa sahip olursunuz.”
DURBAŞ: HAYATIMI HEP ÖĞRETMENLER YÖNLENDİRDİ
Söz sırası usta şair Refik Durbaş'a geldi. Kendisi kürsüye davet edildi. Durbaş, burada yalnız oturmak istemediğini söyleyerek yanına iki öğrenci istedi. “Hayatımı seyrettiniz, şiirler kitaplarda ben ne yapabilirim?” diye soran ustaya yazım hayatına nasıl başladığı soruldu.
Durbaş şöyle konuştu: “Hayatımı hep öğretmenlerim yönlendirdi. Hepsine sevgi ve saygılarımı sunuyorum. İlkokulu Erzurum'da okudum. Annemler kaza geçirince İzmir'e geçtik. Sınıfta kaldım. Erzurum şivem İzmir'deki konuşmaya uymuyor. Anneme, “Sen bu çocuğu demirci çırağı yap. Bu çocuk okumaz” dediler. Ondan sonra ben derste hiç konuşmadım. Yazılı sınavda çok iyi not alıyordum. Yazı yazmanın başlangıcı bu oldu. Ortaokul ve liseyi İzmir'de okudum. Lise 1, yani 15-16 yaşa kadar telden araba yapardım, uçurtma uçururdum. Yazın babamla çalışmaya gidiyordum. Lise 1'de edebiyat dersine İsmet Kültür diye bir öğretmen girmeye başladı. “Edebiyat kitaplarını kaldırın çekmeceye koyun. Biz kitap okuyacağız” dedi. Milli Eğitim Bakanlığı klasiklerinden başladık. Deftere de kitapların isimlerini ve izlenimlerimizi yazmamızı istedi. Ertesi gün bir sürü kitap getirdi. Bir de okulda dergi çıkarmaya başladı. Bize kompozisyon yazdırırdı ve o dergide yayınlardı. Başımdan geçenleri hikaye yazarak anlatmaya başladım. Yazdığım 20 sayfalık hikayeyi Çocuk Haftası'na gönderdiler. O uzun hikaye küçük bir paragraf olarak yayınlandı. Dedim ki bu kadar uğraşacağıma 20 sayfada anlatacağım şeyi daha kısa anlatırım. Şiirle anlatırım. Fakat daha önce hiç şiir okumuşluğum yok.
ATTİLLA İLHAN'LA ŞİİRE GEÇİŞ
Bir gün İzmir'de dolaşırken bir kitapçıya uğradım. Atilla İlhan'ın “Yağmur Kaçağı” kitabını gördüm. Onu aldım eve geldim. Hala da o kitabı saklarım. Derler ya feleğim şaştı. Ondan sonra 8-10 defter şiir doldurdum. Bugün baktığım zaman hepsi de Atilla İlhan şiiri gibi. Onlar yayınlanmadı öyle duruyor. Böyle başladı.
İzmir'de dört gazete çıkıyordu. Her biri her hafta bir şiir sayfası yayınlıyordu. Yazdığım şiirleri oraya gönderdim. Çevremiz oluştu. Dergi çıkarmaya yöneldik. Lise 2 öğrencisiyim, İzmir'de “Evrim” diye bir dergi çıkardık. 24 Sayı çıktı, ben İstanbul'a üniversite öğrenimim için gelince kapandı. Yazı maceramız böyle.”
“RÖPORTAJIN HEM FAYDASI HEM ZARARI OLDU”
1989 Yılında Cumhuriyet Gazetesi'nde yayımlanan “Kapıkule'nin Vatansızları” dizi yazısıyla Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nce röportaj dalında yılın gazetecisi seçilen Refik Durbaş, soru üzerine röportaj başarısını da şöyle paylaştı: “ Röportaj benim yazı hayatıma hem faydası hem zararı oldu. Gazetecilik yaparken röportaj yazarı oldum. İnsanlarla konuşmayı çok seviyordum. Her gittiğim yerle ilgili mutlaka bir yazı yazardım. İnsanlarla konuşmadan önce de mutlaka bir araştırma yapardım.
ŞİİRE BAŞLAYIŞ
İlk şiirim 1962 yılında yayımlandı. 54 Yıllık bütün şiirler üç kitapta. Çocuk şiirlerinin yer aldığı on kitabım var. 60 Yıllarda şiire başladığım zaman Türk şiirinde 46 kuşağı dediğimiz toplumcu şairler yasaktı. Nazım Hikmet yasaktı. O dönemde Demokrat Partisi bugünkü gibi gazetecileri hapse atıyordu, kitapları toplatıyordu, gazeteleri kapatıyordu. O dönemde şiir de bir şeyleri gizli söylemeye çalışırdı. Cemal Süreye, Ülkü Tamer, Edip Cansever'den etkilenerek şiir yazmaya başladım. Sonra kitaplara özgürlük geldi. Nazım Hikmet'in bütün şiirleri yayımlandı. Rıfat Ilgaz kitabını kendi adıyla yayınlayamadı. Üniversitede 1968 olayları oldu. Yazdığım şiirler bir anlamda kendi hayatımdır. Toplumcu şiir böyle bir şey. Kendi hayatımızı ve toplumsal olayları içine katarak yazılır. Hayattan bağını koparırsan şiir yazamazsın.”
DURBAŞ'A BESTE SÜRPRİZİ
Bazı şiirlerinin Zülfü Livaneli, Hümeyra, Edip Akbayram, Deniz Türkalı tarafından bestelendiği bilinmekte. Durbaş, “Çırak Aranıyor” şiirinin bestesini ilk sahnede dinlemiş. Yaşadığı bu sürpriz anı şöyle paylaştı: “ “Çırak Aranıyor” kitabımda üç bölüm olacaktı. Bir bölümde aşk şiirleri, diğerinde Deniz Gezmiş'e yazılanlar, bir diğerinde de yolculuk şiirleri yer alacaktı. İki sayfası boş kalacaktı. Hemen iki şiir yazmamı istediler. Böyle bir şeyin mümkün olmayacağını söyledim, ama eve gidince “Gurbet ne yana düşer usta” dizesi aklıma geldi. Kitabımın çıktığı Can Yayınevi sahibi Zülfü Livaneli'nin arkadaşı. Livaneli bu şiirimi bestelemiş fakat benim haberim yok. Antalya'ya gittim. Tam da Antalya Altın Portakal Müzik Festivali varmış. Akşam ödül töreni var. Bir adam elinde sazı sahneye çıktı. Bir türkü okuyor ama sözleri hiç yabancı gelmiyor. Sonra anlaşıldı ki Zülfü Livaneli'ymiş. Livaneli, “Ben besteledim ama sana ulaşamadım” dedi. “Çırak Aranıyor” öyle çıktı.”
Rahmetli Müslüm Gürses'in de aynı beste yorumunu ilk kez takside dinlediğini de açıklayan Durbaş, yaşadığı şaşkınlığı paylaştı.
DURBAŞ'IN YENİ ŞİİRİ İLK KEZ BU SÖYLEŞİDE OKUNDU
Durbaş'ın 10 Nisan 2016 tarihli en son yazdığı ve “Menekşe Vakti” adını verdiği şiir ise ilk kez okundu. Durbaş, yeni şiirinin öğrenci tarafından okunmasını istedi. Hasan-Sabriye Gümüş Anadolu Lisesi öğrencisi Minel tarafından başarıyla okunan “Menekşe Vakti” adlı şiir beğeni topladı.
“BAZI ŞİİRLERİ SEVMEK İÇİN ZAMAN GEREKİR”
Durbaş, yüreğine dokunan şiirlerini daha çok beğendiğini paylaştı. “Bazı şiirleri sevmek için zaman gerekir. Şimdi okursunuz, hiç hoşunuza gitmez yabana satarsınız, üç beş yıl sonra okuduğunuzda çok etkilenirsiniz. Şiirin zamanı geçmez. Ben şiir yazmayı, şiirleri okuyarak öğrendim. Günümüz şiiri konusunda herkes olumsuz konuşuyor. Şiirin öldüğü falan yok. Gençler güzel yazıyorlar. Şiir her zaman yazılır ve okunur.
Şarkı olarak yazılmayan şiirlerin bestelerinden etkilenmediğini dile getiren Refik Durbaş, müzik adamların şairlerle iş birliği yapmaları gerektiğini savundu.
Soru ve cevap şeklinde geçen söyleşinin sonunda Hasan-Sabriye Gümüş Anadolu Lisesi Okulu Müdür Yardımcısı Mehmet Senger ve Aile Birliği Başkanı Emre Altınçapa ile CHP Belediye Meclis Üyesi İbrahim Çeşmecioğlu Refik Durbaş ve Ülkü Tamer adına yayıncı Fahri Özdemir'e çiçek ve teşekkür plaketi sundu.
Çeşmecioğlu, “Bize güzel şiirli geceyi yaşatan ulu çınar Refik Durbaş'a çok teşekkür ediyorum.” dedi.
Söyleşi kitapların imzalanmasıyla son buldu.
Renginar SALİ