Üst katta oturan kiracılar yeni evliydiler taşındıklarında, Berna bir markette, Selçuk adını bir türlü aklımda tutmayı beceremediğim yabancı bir şirketin muhasebesinde çalışıyordu…Ben yine işsizdim!
Hayatımın büyük bir bölümünde çalışmadım aslına bakarsan.
Bildiğin tembelim anlayacağın.
Sabaha kadar oturuyor, içiyor, hayal kuruyor, müzik dinliyor ve yazıyorum.
Sahi bir de kitaplarla aram iyidir.
Kendimi bildim bileli, bu iki oda bir salon evdeyim.
Salonda oturuyorum daha çok, bir oda yatak odası, diğer odada da atmaya kıyamadığım öte beri var…Eski konser biletleri, yüzünü gözümün önüne getiremediğim, adını hatırlamadığım bir kızın yirmili yaşlarda unuttuğu eldivenleri…Antika diye aldığım karpuzu büyük mavi gaz lambası, plaklar, kitaplar, anılar, acılar, göz yaşları…
Bir zamanlar en sevdiğim tişörtlerim, kotlarım, Sadri Alışık posterleri…
Küçük de bir bahçem var.
Berna anlıyor bahçe işlerinden. Mevsiminde domates,biber ekiyor köşeye, petunyalar, sardunyalar, ortancalar,hanımelleri.
Yazları bahçede oturuyorum çokça…
Yazları bahçede sızıyorum çokça!
Yine çardağın altında uyuya kalmışım.
Sabah, gün yeni doğmuş, aylardan ağustos.
Ruh halleri karışık, gülüyorlar mı, usul usul ağlaşıyorlar mı anlayamadığım kumruları dinliyorum, gözlerim yeşil üzüm salkımına çakılı..Gece ayağımdan savurduğum terlikleri buluyor, bahçe kapısından sokağa atıyorum kendimi, bugün de çok sıcak olacak belli, güneş şimdiden kollarımı yakıyor.
Niko yeni açıyor dükkanı, beni görünce gülümsüyor, insan gibi güler bu Niko, görmen lazım, içten samimi…bir gülüş nasıl olması gerekiyorsa, öyle.
- Aliko erkencisin!
- Çardağın altında uyuya kalmışım.
- Sızdım desene sen şuna.
- Yaptın mı benim ayakkabıları?
- Yarın gel al.
Bir hafta önce de aynen böyle söylemişti, ondan önceki haftada. Elle tutulacak bir tarafları kalmamıştı, bakalım ne diyecek diye önüne bırakmıştım iskarpinleri, aylar oluyor…
" Yarın gel al" demişti.
Yaşı neredeyse altmış ama bekar bu Niko.
Bir rivayete göre evlenmiş, ayrılmış, bir rivayete göre hiç evlenmemiş.
Memleketi de karışık.
Bir rivayete göre İzmirli, bir rivayete göre İstanbullu.
Arada günlerce dükkanda yatar kalkar, arada haftalarca ortalarda görünmez.
- Neredeydin Niko?
- Hiç!
- Sevgilini görmeye mi gittin yoksa?
- Hiç
Kayboluşlardan sonra gülsün diye ille de sorarım sevgilisini, çay demler hemen, dükkanın önüne tabure çıkarır, tamam dersin bu defa uzun uzun anlatacak, anlatmaz…Susar.
" Ketum bu kerhaneci!"
Öyle derdi rahmetli İbrahim ağbi, nur içinde yatsın demir yollarından emekliydi.
İbrahim ağbi deyince adamlık arkadaşı Hayri enişte geldi aklıma ( öyle derlerdi birbirlerine)
Eniştelik kasabanın damadı olmasından, zamanında üzeri açılan arabası varmış…
Ayrılmazdı bunlar, ikisi de Beşiktaşlıydı, maça maça, balığa balığa…
İbrahim ağabeyden sonra bir yıl ya yaşadı, ya yaşamadı Hayri enişte.
Mahzunlaştı, içine kapandı, maçlara gitmez (hem de Beşiktaş'ın maçlarına) balığa çıkmaz, evde oturur oldu.
Son zamanlarında aldım Uğur'un Yeri'ne götürdüm, bol yıldızlı nasıl güzel bir geceydi.
Sevdiği ne varsa, vardı masada.
Kalamarsa kalamar, lakerdaysa lakerda…
Havadan sudan konuştuk, eskilerden anlattık, yaraları deştik, durdu durdu laf İbrahim ağabeye gelince;
"Ölenle ölünüyor şekerim, ölenle ölünüyor…"
Gülüyorum bu sabah yürüyüşüne çıkanlara, Kemal Sunal'ın Postacı filmi geliyor aklıma…
Hoş artık mektup yazan yok da, postacı var mı bilmem...