Müsaadenizle sizi biraz geriye çevireceğim... Tatile çıkmadan önce yazmaya niyetlenip de değinemediğim bir konu vardı; Başkan Işıklar'ın basın toplantısı. Yorgunluktan mı, yoğunluktan mı yoksa yol telaşından mı bilmiyorum… Ama yazmak isteyip de yazamadıklarım kaldı. Bir haftalık aranın ardından yaşananları gözden geçirince ertelediklerimle söze başlamam gerektiğini hissettim.
Başkan Işıklar'ın çok doğru bir tespiti vardı. (Dönem dönem maalesef çok az değerlendirmesine katılmak mümkün oluyor!) Dedi ki; "Metin Karakaş'ın, yaptıklarımızı görmeme nedeni bizim gibi bakmamasından kaynaklanıyor. Aynı gözle bakmadığımız için ne o benim anlattığımı görebilir ne de ben ona yaptıklarımı anlatabilirim. Ama şu bir gerçek ki vatandaşımız anlıyor.”
Sıradan insanların bile aynı şeye baktıklarına gördüklerini farklı ifadelerle aktarıyor. İki zıt kutupta yer alan kişiyle ilgili beklentilerimiz bazen çok komik bir hal alıyor.
İki farklı bakış açısından ifade edilen yorumlar kamuoyuna durmaksızın yansıtılırken, vatandaş kendine yakın olanını benimsemeyi, inanmayı daha da ilerisi savunmayı seçiyor.
Işıklar ile Karakaş'ın duruşu ve değerlendirmeleri arasındaki farklılık ilişkilerinde esas temeli oluştururken onları aynı düşünürken görme konusundaki ısrarımız imkansızı istemek, beklemek... Farklı düşünceleri doğal olanken, aynı durdukları ve konuştukları zamanlar zorlama ile mecburiyetten başka bir şey olamaz.
Işıklar ile Karakaş'ın farklılığı ve bundan doğan bakış açısı ayrılığı tamamken, vatandaşın ne gördüğü esas merak konusu. Işıklar, "Vatandaşımız anlıyor” diyor... Vatandaşın anladığını düşündüğü şey Belediye Başkanımızın hoşuna gitti referans gösterdiğine göre... Zaman ve mekana göre aynı kişiden o denli farklı yorumlar duymak mümkün ki! Belki de bütün olay insanların kalbi ve sandıkta bitiyor…
Işıklar, belediye başkan yardımcılığı döneminde verdiği mülayim görüntünün ardından belediye başkanı olarak sadece acıyı değil zoru da çok sevdiğini kanıtladı… Hayatından hiç eksik etmediği bir algı ve his olduğundan yola çıkarak bunu söylüyorum. İnatçılığının yanı sıra hata ve zaaflarını sevecek kadar kendini çok beğendiğini de unutmamak gerekir. İçinde kopan fırtınanın dalgaları Silivri sahillerini döverken, her mevsim güzel bu şehri değiştirip, dö-nüştürmenin güçlülüğü içinde uğraşıyor. Kentle uğraştığı kadar insanlarına da yapmak istediklerini ve yapmayı başardıklarını anlatma sorumluluğu sırtında git gide büyüyen bir yük...
Silivri öyle herkese göre şekil alamıyor, almıyor biliyorsunuz... Bu niyetle şehrin altından girip üstünden çıkma iddiasında bulunanlar bir süre sonra kendini aynada gördüğünde tanıyamaz bir hale geliyor...
Silivri'ye ne yapmak istediğini bilen kadar ne kadarını yapmaya gücü yeteceğini tartabilen bir başkan en makbulü. Biz Silivri'yi kendi küçük pencerelerimizden izlerken, genel bir bakış ve tepeden seyre dalanlar ve boyumuzu aşan olayları hesaba katmayı hep ihmal ediyoruz. Çünkü seçim şansımızın olmadığı gerçeğine direnecek gücü kendimizde bulamıyoruz, bulanları anlayamıyoruz…
***
Tatilde okumak için çok yanlış bir kitap seçmişim! Ama okumaktan da kendimi alıkoyamadım, dayanamadığım gerçekler olunca sayfasını kırıp kenara bıraktım gücümü topladıkça yine devam ettim; Soner Yalçın; Samizdat… Yalçın daha kitabın başında soruyor; "Hakikatlere dayanacak gücünüz var mı?”… Bilmemek ayıp değil artık günümüzde huzur! Bilince içinizdeki huzursuzluk öyle bir büyüyor ki…
24 Temmuz, Basın Bayramı… Gazeteciler özgür olduğunda tekrar bir anlam kazanacak…
***
Silivri, 51. Yoğurt Festivali'ni geride bıraktı geçtiğimiz hafta… Bir iki kelam etmeye mecbur hissediyorum adeta kendimi… 11 yıldır Silivri'de yaşıyorum katıldığım festival organiza-syonu 2-3'ü geçmez. Dışarıdan ve uzaktan izlemekle yetindiğim bu geleneksel aktiviteyi düzenleyenleri düşünüp üzülüyorum genelde. Kitlesel organizasyonlarda sorunlar da aynı boyutta büyüyor, zamanında ve yerinde önlem alınamadığı taktirde. Binlerce kişi beş gün eğlensin diye birileri 5 ay uğraşıyor ve çoğu zaman teşekkür bile almıyorlar. Mevcut koşullarda Silivri adının cezaevi dışında başka bir şekilde anılmasını sağlamak için festival etkinliğini bir hafta değil bir sene yapmamız gerekiyor! Can mı dayanır? Yoğurt meselesine gelince… Bu gıda maddesi bizi terk edeli çok olmuş ama biz geçmişin yerine başka hiçbir şeyi koyamadığımız için bir zamanlar sahip olduklarımıza hala sahipmişiz gibi davranıyoruz. Gerçekleri görenler de söylemekten çekiniyor. Acı gerçeğin sorumlusu olarak bellenmekten kaçınıyorlar anlaşılan.
Kimse mucizeler yaratamaz, emek harcamadan, uğraşmadan da güzel şeyler ortaya çıkmaz. Kendimizi kandırmanın bir alemi yok. Gerçek durumumuzu bilip, ona göre davranalım yeter!
***
Ve Yılmaz Kandemir mevzusu… Aslında kamuoyunu ilgilendiren böyle bir mevzu kalmadı gibi bir şey artık… Siyasetçi kimliğinin ciddiyet ve değerini hoyratça harcayan bir Kandemir var yıllarca sahnede. 30 yıllık siyasi birikimini 3 yılda tüketen birine yöneltilecek çok ağır eleştiriler var ama insan Kandemir'i düşününce hala eliniz, diliniz varmıyor. İktidar sınavını veremeyen Yılmaz Kandemir, muhalefeti de artık düzgün bir şekilde yapamadığını kanıtlamak yolunda çırpınıyor. Bu kadar uğraşmasa da olurdu aslında…