Son yıllarda duyduğumuz bir sese, bir söze kulak kabarttığınız, mırıldandığınız, eşlik ettiğiniz oldu mu?
Eskiden mental durumumuzla ilişkilendirdiğimiz inanılmaz hikâyeler içeren şarkılarımız, türkülerimiz vardı. Radyolarda fal tutar, isteklerde bulunurduk.
Halaylarımız ve horonlarımızla omuz omuza birlikte coşardık.
Bazen bir kahve yudumlarken. Bir şarkı açardın ve o şarkı senin söylemek istediğin her şeyi söylerdi.
Güzel şeylerin nasıl yapılacağını öğrendik.
Dünyayı ilham veren müziklerle, harika resimlerle, nazik şiirlerle, muhteşem heykellerle doldurduk. O kadar çok sihir bulduk, o kadar bol fanteziler gerçekleştirdik ama içimizdeki yok etme duygusunu engelleyemedik.
Örneğin Timur Selçuk, İspanyol Meyhanesi'ni söylese, Hüner Coşkuner, Bütün Meyhaneleri dolaştım İstanbul'un dese, Ayla Dikmen, Anlamazdın, Alpay, Eylül'de Gel, Edip Akbayram, Aldırma Gönül, Orhan Gencebay Bir Teselli Ver diye seslense durup dinleyecek eşlik edecek kimse var mıdır?
İlim, bilim, teknoloji, yapay zekâ vs gelişim hızında sınır tanımıyor, ancak insanların ruhuna kalbine, duyularına hitap eden eserler aynı hızla tükeniyor.
Müzik ruhun gıdasıdır, sözünü hayatınızda bir kere bile olsa mutlaka duymuşsunuzdur.
Yüzyıllar önce Sokrates söylemiş.
Bizim günümüzde müze olarak kullanılan Edirne de 600 yıl önce kurulmuş müziğin birleştirici gücünü su sesi ve güzel kokularla destekleyerek hasta tedavi eden Tıp Medresemiz ve yaklaşık 100 yıl önce, “Efendiler, Her şey olabilirsiniz ama Sanatçı olamazsınız. Sanatsız kalan toplumların hayat damarlarından biri kopmuş demektir” diyen Ata'mız var.
Ders çıkarmak, ilham almak gerekirken tavır takınarak kendi kültürümüzden uzaklaştıkça çok kültürlü olacağımızı dolayısıyla daha popüler, daha güçlü, daha güzel yaşayacağımızı sanıyoruz.
Oysa hangi tuş daha etkilidir, bir çilingir sofrasında efkâr dağıtmanın keyfini, Kulağa hoş gelen seslerde şifa varmış o zaman şarkı söylemek lazım hem de avaz avaz, bağır çağır, aç şunun sesini, vur sazın teline Manolis…