Kapının kilidini çeviriyorum, içeri adım atıyorum ve bir sessizlikle karşılaşıyorum ki, o da ne? Salonun ortasında kocaman bir boşluk! Hani sanki salonda değil de boş bir sinema salonunda tek başıma film izliyorum, ama perdede bir şey yok, popkorn da bitmiş. Anlayacağınız, evde öyle bir sessizlik var ki, insanın kulağı çınlar da çın çınlar. Hemen kendimi balkona atıyorum, çünkü evdeki sessizlikten kaçarak dışarıdaki sessizliğe ulaşmak gibi garip bir tercihim var. Belki dışarısı daha iyidir diye düşünüyorum. Yanıldım. Balkona çıktığımda kuş sesleri yankılanıyor ama sanki kuşlar bile “Aman ya, biz de sıkıldık, çabuk işini hallet git buradan!” der gibi cıvıldıyorlar. Bazen düşünüyorum, kuşlar bir araya gelip de dedikodu yapar mı? Hani balkonda oturan insanlara bakıp “Şu komşunun üzerinde yine aynı pijama, ayol hiç utanmıyor!” diye konuşurlar mı? Çünkü ben her çıktığımda aynı bakışları üzerimde hissediyorum. Neyse, insan kuşlardan bile uzak kalmayı başarabilir. Bunu başardım, tebrikler bana! Bir an durup içeri bakıyorum, bu sessizlikle başa çıkmanın bir yolunu bulmalıyım diye. Salonda koltuğun kenarına oturuyorum ve yalnızlığımı düşünmeye başlıyorum. Yalnızlık, bir dost mudur? Hayır, o değil. Yalnızlık, bir misafir mi? Kesinlikle hayır. Yalnızlık, açıkçası, evde kendi kendinize saklambaç oynamak gibi bir şey. Hem saklanıyorsunuz hem de kimin bulacağını bilmiyorsunuz. “Sobe!” diye bağıracak kimse yok ama yine de saklanıyorsunuz. Beni biri bulacak mı? Yok canım, bu evde benden başka kimse yok zaten. Saklansam da, saklanmasam da sonuç aynı: Kendi kendimi bulup “Aferin, güzel saklandın,” demek zorunda kalıyorum. Sonra çocukluğumu düşünmeye başladım. Ah, o eski günler… Sokakta oynadığımız günler, arkadaşlarla birlikte koşuşturmacalar… Ve sonra eve dönünce o büyük şok: Evim sensiz bomboş! Arkadaşlarla eğleniyorsunuz, kahkahalar atıyorsunuz, sonra eve bir adım attığınız an o kahkahalar yok oluyor. O kadar yalnızsınız ki, evin içinde yankı yapan tek şey, tabanlarınızın yere vurma sesi. Arnavut kaldırımlarında yürürken bile bir ses olsun, bir yankı olsun, yeter ki boşluk olmasın diye dua ediyorsunuz. Ama o kaldırımlar, sanki size inat, “Kardeşim, ben taşım, yankım yok,” diyerek sizden uzaklaşıyor. İlerleyen yaşlarda bu yalnızlık meselesi daha da derinleşti. Hani insan kendiyle baş başa kalınca “Ben kimim? Ne yapıyorum bu hayatta?” diye düşünür ya, işte tam o an bir ses arıyorum evde, kendimi bulmak için. Ama o da ne! Sesim bile benden kaçıyor. Kendi ismimi fısıldıyorum, ama öyle usulca ki, sessizliği bozmasın diye. “Yahu, insan kendi sesini bile korkakça çıkartıyorsa, gerçekten bu işte bir terslik var,” diyorum. Ama yok, ben yine de fısıldıyorum. Zaten sesim yankılanacak, sonra duvarlar bana geri verecek de ne olacak? Duvarlarla muhabbeti zaten bir süredir bırakmıştım, çünkü onların cevabı hep aynı: “Tık, tık, tık.” Sonra içimden bir ses diyor ki: “Bir gün insanlarla beraber güleceksin, neşeli kahkahalar atacak, sohbetlere karışacaksın.” Aman Tanrım! Bir an gözümde canlanıyor, o şen kahkahalarla dolu ortam… Tabii ki gerçek hayatta öyle bir şey yok. Çünkü o kahkaha atan insanlar kesinlikle bir şaka duymuştur ama ben o şakayı kaçırmışımdır. Olsun, umut dünyası. Belki de bir gün, ben tam gaz sohbete karışmaya çalışırken, araya sıkışıp “Bana da gülün!” derim. O an herkesin bana bakıp neden güldüğünü anlarım: Üzerimdeki pijama, kuşların dedikodusunu yaptığı o meşhur pijama! İşte hayat bu! Yalnızlıktan kaçmanın bir yolunu ararken, komik olan şu ki; insan bazen yalnızlıkla baş başa kalmayı özlüyor. Çünkü insanların arasında bile yalnız hissetmek mümkün. Ama ne olursa olsun, bir gün kahkahalarla dolu bir ortamda, elimde bir fincan kahve, dudaklarımda tatlı bir tebessümle oturacağım. Çünkü en sonunda hayat bize hep güler, yeter ki biz de ona bir şans verelim. Velhasıl kelam, evde sessizliğin ortasında yankılanan adımlarımla, bir yandan yalnızlığımla barışmaya çalışırken, diğer yandan hayatın bana oynadığı küçük oyunlara kahkahalarla karşılık veriyorum. Çünkü biliyorum ki, hayatta tek başına da olsan, her zaman gülecek bir şeyler vardır. Ama en iyisi, o kuşlara bir daha selam vermemek; dedikoduları devam etmesin!

YORUM YAP