Ali Gülcü

Yan kapılar

Durup dururken içiniz sıkılır, daralırsınız. Kapalı bir yerdeyseniz dışarıya atarsınız kendinizi. Kalabalık ve karanlık bir şehirde değilseniz temiz havayı içinize çekersiniz. Gökyüzünün maviliği ile uyuşturmaya çalışırsınız düşüncelerinizi, yağmur yağıyorsa daha güzel.

Kötü bir haber gelecekmiş tedirginliği çöker üzerinize.

İç geçirerek telefon elinizde beklersiniz, biri dokunsa ağlamaya başlayacaksınız.

Zihninizde defalarca çalar telefon ve her seferinde arayanın kim olduğuna bakmadan azıcık da sesinizi kontrol etmeye çalışarak açarsınız, efendim!

Olmaz bir şey.

Neden üzerinize çökmüştür o kötü his?

Başka birinin felaketi mi doğmuştur içinize?

Tam o an kimin telefonu gerçekten çalmıştır?

 

Derme çatma, yorgun, hayatı mücadelelerle geçmiş beton iskelenin ucuna kadar yürüyor, bulutların ardında kalmış az sonra batacak olan güneşin aydınlığına bakıyorum. Dalga sesleri, iyot kokusu, karşı kıyı…

Denizin ve gökyüzünün istavrit sırtı gibi lacivert olduğunu, içimin boşaldığını, kötü düşüncelerin buharlaştığını ve havaya karışıp kaybolduğunu düşlüyorum.

Begonviller tüm vücudumu saracak ve biraz daha kalırsam terk edilmiş evlerin nemli duvarlarına dönüşeceğim!

Zamanı gelmemiş bir anı yaşamak gibi. Karanlık ve aysız bir gecede üzerine uzun uzun düşünmek lazım.

Öyle de yapıyorum… “Sen iyiysen herkes iyi. İyilik de görmezden gelmeyi, alttan almayı ve sürekli affetmeyi barındırıyor içinde. Günün birinde kocaman bir soru işaretinin çengelini taşımaya çalışırken buluyorsun kendini. Nereye kadar? Acemi öykücülerin yazdığı gibi, “meğer bu bir rüyaymış” değil olan biten. İnce görmeye çalışırken kopmuş gerçek. Gerçek de katur kutur bir şey işte ne sahipleneni var ne arkasında duranı. Yalancıktan hayatlar!” yazıyorum sarı kaplı defterime cümlenin sonuna da ünlem işareti koyuyorum.

Kaldığım odanın kapısı kilitlenmiyor. Perdeleri açıyor, bahçeye, karanlığa bakıyorum. Köyün köpekleri havlıyor uzakta, adını bilmediğim bir gece kuşu ötüyor. Yan odada kalan adam horluyor, rüyasında ne görüyor kim bilir?

Etin, kıymanın bozulmasın diye kuyuya sarkıtıldığı, erkeklerin uyumadan önce yatak entarisi giydiği zamanlarda, komşulara gidip gelmek daha kolay olsun diye bahçelerin yan kapıları olurmuş!

Bugün yüksek duvarların üzerinde dikenli teller, kamera ve güvenlik sistemleri var. Güvercinlere bile tahammül yok.

Rahat yaşamak uğruna her sabah bir bataklıkta uyanıyor, hava kararınca bizden ne kaldıysa artık ev bellediğimiz üst üste konmuş, doğalgazlı, jeneratörlü, sıcak sulu mağaralarımıza dönüyoruz.

Timsahlara, sivrisineklere ve sülüklere gülümseyerek geçiyor günlerimiz.

Mahalle aralarını, ormanın içindeki dar patikaları, denize çıkan sokakları güvenli bulmadığımız için ana arterlerde çiçek satıyoruz!

Yeni yüzler, başka insanlar giriyor hayatımıza.

Hepsi bir iz bırakıyor ruhumuzda.

Işıklı, yıllardır yürüdüğümüz yollarda kayboluyor, o panik haliyle kendi ayak izlerimizi tanımıyoruz.

Aradığı yerine bulduğuna dönüşen ve kendini bunun bir felsefesi olduğuna inandırmak zorunda bırakılan yaşamlar.

Kaybolmak için yola çıkmak, çalan telefon kimin olursa olsun, yan kapılar açmak lazım bahçelere…

YORUM YAP