Yıkımın sonuçları, acıyla baş etmenin kullanma kılavuzu gibi Nazan Öztürk'ün yaşamı… Tüm kayıplara rağmen hayata dört elle sarılıp, sıkıntıların üstesinden gelme başarısının özeti: “Depremden önce eşimin sayesinde son derece lüks bir hayatım vardı ama hiçbir şey o zamanlar beni bu derece mutlu etmedi. Yaptığım her şey beni çok fazla mutlu ediyor. Kendi yaptığın çok başka bir şey. O özgüven harika!”
Life Takı ve Tasarım, aynı zamanda İpekçi Otantik firmasının fabrika satış mağazasının sahibi Nazan Öztürk tasarımlarının duası: “Allah'ım bu kime nasip olacaksa ona mutluluk, uğur, sağlık getirsin. En güzel günlerde kullanmayı nasip etsin”. “Takıya böyle başlarım” diyor Öztürk ve ekliyor, “İnanıyorum, çok içten dua ediyorum. Kızımdan sonrakilerde gözyaşım var ama yine hep dua ediyorum. Çalışırken bazen hüzünleniyorum. Gözyaşım damlamasın diye dikkat ediyorum. Çok zor. O benim yaptığım her şeyle çok mutlu oluyordu…”
Kadın mücadelesi ve gücüne dair eşsiz bir örnek Nazan Öztürk'ün yaşamı. New Center'in içinde yolunuz düştüyse muhakkak kendini hissettiren, dikkatinizi bir yerden yakalayan özel takılarının sihrini çözme konusunda bu söyleşi sizlere çok yardımcı olacak. İnsanların eşitlendiği iki durumun farkına varacağınız bir yaşam öyküsü; deprem ve evlat acısı…
Sevginar SALİ: Sizi tanıyabilir miyiz?
Nazan ÖZTÜRK: 1951 yılında Ankara'da doğdum. Güzel bir çocukluk dönemi geçirdim. Nişantaşı Kız Lisesinde okurken, çok küçük yaşta Düzce'ye gelin gittim.
Sevginar SALİ: Aşık mı oldunuz?
Nazan ÖZTÜRK: Ya çocukluk ya da aşktı ama hiç pişman olmadım. Tekrar dünyaya gelsem yine aynı şeyi yaparım. 1968 yılında kızım, 1971 yılında oğlum dünyaya geldi. Kızım eczacı oldu, oğlum liseyi bitirdikten sonra babayla çalışmaya başladı. Baba Öztürk Ağır Sanayinin sahibiydi, işi ahşap üzerineydi. Oğlumuzun okumasını ondan sonra işin başına geçmesini istedik ama ikna edemedik. Durumu kabullendik ve işe başladı. Hakikaten çok güzel şeyler yaptı. Liseyi bitirmedi ama 4 dili var oğlumun. 1999 depremine kadar böyle gitti. Çok güzel bir hayatımız vardı.
Sevginar SALİ: O süreci hatırlayalım mı?
Nazan ÖZTÜRK: Berbat bir olay. Allah kimseye yaşatmasın. Bir anda bizim gibi bütün Marmara'da binlerce insan işsiz güçsüz kaldı, yakınlarını kaybetti. Evimiz Düzce'deydi. 17 Ağustos depreminden sonra fabrikadaki yazıhaneyi kullanmaya başladık. Ben eve giremez oldum. Eşim eve giremiyorum diye İstanbul Üniversitesinden çok entel bir profesör getirdi binanın deprem güvenliğini belirlemesi için. İki tık tık bir şık şık yaptı “Bu evde oturmayanın aklından şüphe ederim” dedi ve gitti.
Sevginar SALİ: 17 Ağustos'ta Marmara, 12 Kasım'da Düzce Depremini yaşadınız?
Nazan ÖZTÜRK: Evimiz 17 Ağustos'ta yıkılmadı, 12 Kasım'da Düzce bitti. 17 Ağustosta da Düzce çok kötüydü; devlet hastanesi, özel hastane, oteller, evler yıkıldı, akrabalarım hep 17 Ağustos'ta öldü. Ama bizim olduğumuz cadde de hiçbir şey yoktu. Onu yaşadıktan sonra evin çatırdadığını hissettim ve bir daha eve giremedim.
Gelinimin oturduğu bina da çok kötüydü, güçlendirilecekti, onun için onlar da bize geldiler. ‘Çocuklarımı da sokmam bu eve' dedim. Yazıhanede kalıyorduk. Arada bir eve gidiyorduk. O gün; 12 Kasım Düzce Depremi yaşandığında gelinim aradı, “Anne ne olur fabrikaya gidelim. Benim içimde sıkıntı var” dedi. Gittik, yazıhane de ikinci kattaydı, yemeğimizi yedik. Telefon açacaktım hat yok demeye kalmadı deprem oldu. 17 Ağustos bence bu derece değildi. Belki bu çok yakındı bize, fay hatlarından dolayı herhâlde. Bu çamaşır makinesinin kurutması gibi, öyle değişik bir şeydi. Şiddeti aslında 7.6 ama hep 7.2 dediler. Sabaha kadar hiç durmadı. 17 Ağustos depreminde hasar gören evimiz yerle bir oldu. Fabrikaya vinçlerle konulan makineler bahçeye savrulmuştu, ki fabrika Düzce dışındaydı. Dehşetti. Işık yok, elektrik yok ve saniyede sıfır oluyorsunuz.
“DEPREM HEPİMİZİ EŞİTLEDİ”
Sevginar SALİ: Ne yaptınız?
Nazan ÖZTÜRK: Marmara Depreminden önceki kış Afyon Depremi olmuştu. Millet çadırlardaydı ve kar yağıyordu. ‘Allah'ım bunlar bu soğuklarda ne yapıyorlar' diye ağlıyordum aynı şeyi ben yaşadım. Arabayla gidiyorum diye üzerimde yarım kollu triko bir bluz, ayaklarımda babet ayakkabı vardı. Aylardan Kasım'dı…
Depremin ertesi günü sabah fabrikaya bir kamyonet yanaştı. Kapıyı ben açtım. Bizim çok eski Yahudi bir müşterimiz çift katlı çadırlardan yollamış bize. Kamyonete şoförle beraber üç adam koymuş. Fabrikanın bahçesine çadırı kurdular. Çadır kocamandı. Kolilerle piknik tabakları ve bardak getirmişlerdi. Bir de bir yığın kuru yiyecek ve kolilerle su. Bunu yapan Yahudiler, böyle bir düşünce olamaz.
Ekmek falan bulabilmek için dışarı çıktık. Yolda birisi durdurdu bizi. O sahneyi hiç unutamıyorum. “Abi battaniye dağıtıyoruz. Size de vereceğim” dedi. Mehmet eşim alamadı. Almamız lazımdı, hiçbir şeyimiz yoktu, gece soğuğunda ne yapacaktık? Oğlum ondan sonra çok bunalımlara girdi.
Eşimin 3 ana damarından biri patladı. Kalp krizi geçirdi. Hep üzüntünden yani. Kızım İstanbul'daydı bizi yanına çağırıyordu. Eşim fabrikayı bırakıp gidemiyor. Kime bırakacaklar? Eşim fabrikayı ev haline dönüştürdü fakat fabrika Düzce'nin dışında olduğu için çok ıssızdı. Gelinim burada kalamayacağını, prefabrik evlerde oturacağını söyledi. Eşim orada yaşamayı da kabul etmedi. Ben de eşimin yaptığı yerde kalmak istemiyordum. Dostlarım, eşimin akrabaları herkes prefabrikteydi. Zengin, fakir, Roman eşitlendi. Herkes bir aradaydı, inanın benim çok hoşuma gitti. Biz çadırda yatıp kalkıyorduk. Prefabriklere gidiyorduk, ışıl ışıldı, Mehmet'e, “Paris'e geldik” diyordum.
DEPREMDEN DAHA BÜYÜK YIKIM EVLAT ACISI
Sevginar SALİ: Depremin yarattığı sarsıntıdan daha büyüğü olamaz diye düşünüyor insan… Ama siz onu da yaşadınız, kızınızı kaybettiniz?
Nazan ÖZTÜRKÜ: Kızımın hastalığı meydana çıktı ve ben çok kısa bir zamanda 22 kilo verdim. Depremin yapamadığını o yaptı. İlk duyduğumda sesli ağladım, “Asıl deprem bu!” diye. Hakikaten benim için deprem oydu. Ondan sonra giden mala mülke hiçbir şeye üzülmedim. Çok yaşama bağlıydı, çok iyi bir eşi vardı, oğlu çok küçüktü. “Bu evde asla hastalık lafı olmayacak anne” dedi. Hastalığıyla dalga geçti. Liseyi bitirinceye kadar oğluna söylemedi. Her gün eczanesine gitti, tatiline çıktı. Oğlu üniversiteyi kazandı o zaman hastalığını söyledi.
Sevginar SALİ: Depremden sonra hayatınız nasıl gelişti, Düzce'den nasıl çıktınız?
Nazan ÖZTÜRK: Eşim hep ağlıyordu. İstediği oyuncak alınmayan çocuklar ağlar ya ben hep onlara benzetirdim onu. Hiç dışarı çıkamaz oldu. Ben o arada çalışmaya başlamıştım. Çocuklar, “Anne babam yaşasın istiyorsan babamı Düzce'den çıkmaya ikna edeceksin” diyorlardı. Nereye gideceğiz derken Kırklareli'nde çok eski bir dostum eşime beraber çalışma teklifinde bulunmuş. Ben de o arada İzmir Fuarına katılmak için bütün hazırlıkları yapmıştım. Eşimi Kırklareli'ne yolladık, ben de fuara gittim. Ne günlerdi…
Sevginar SALİ: Takı işi nasıl başladı?
Nazan ÖZTÜRK: Benim el sanatlarıma düşkünlüğüm çok fazla. Gelin olarak eş dost içine karışmanız gerekir ama ben kayınvalideme, “Anne ne olur beni ‘nasılsınız, iyi misiniz?' denilen yerlere götürmeyin” derdim. Nefret ediyorum böyle şeylerden. El işine, nakışa, ahşap işlerine, müziğe korkunç bir merakım vardı. Okul hayatında da böyleydim.
Sevginar SALİ: Hayatın gizli kuralı!
Nazan ÖZTÜRK: Gelinim gerek olduğunu düşünmese de ona ehliyet aldırmıştım, düşünebiliyor musunuz, depremden sonra sürücü kursunda öğretmen oldu. Gezmeyi sevmem, hep el işleriyle meşgul olayım istiyordum. Demek ki kendimi bugünlere hazırlamışım.
Kızım 17 Ağustos depreminden 4-5 ay önce Düzce'ye geldi. Eşime, “Hayat geldiğinde bir daireyi onun üzerine yapalım” dedim. Eşim, “Zaten iki evladımız var, her şey onların” dese de, “Hayır sağlığımda bir daire onun olacak ve o kirasını alacak o dairenin” dedim. Kavga dövüş ben o daireyi kızımın üstüne yaptırdım ve depremden sonra 9 daireden bize bir tane kalıcı konut hakkı çıkmadı. Eşimin dedesinden kalma 2 katlı bir evi vardı, eşim almıştı. O da temelden vurmuş depremde. Yıkılacak ama o ev ayakta diye hak sahibi olamadık biz. O kadar daireden hak sahibi değiliz o ev ayakta diye. Bir gün kızım aradı beni, “Anne kalıcı konutlarda bana daire çıkmış. Bu nasıl oldu?” diye sordu ‘Kızım senin dairen vardı ya' dedim ve biz o dairede oturduk. Bize o daire kısmet oldu. 3-4 yıl orada kaldık.
“YAPTIĞIM HER ŞEY BENİ ÇOK FAZLA MUTLU EDİYOR”
Sevginar SALİ: Düzce'den Nişantaşı'na kadar uzandı takı serüveniniz?
Nazan ÖZTÜRK: Depremden sonra takı işi üzerine şekillendi hayatımız. Çok eski bir arkadaşım Karadeniz Ereğli'de çok güzel bir butik açtı. Beni Ereğli'ye davet etti. “Nazan sen ne güzel takı, resim falan yapıyorsun. Niçin düşünmüyorsun böyle bir şey?” dedi. Durumum müsait değildi, sermayem yoktu. “Ufak ufak başla, getir benim dükkânda satalım onları” dedi. İlk öyle başladım.
Liseden bir arkadaşım vardı. Antalya'da Aden diye bir firmanın genel müdürüydü. 7 katlı bir binaydı her katı farklı bir bölümdü. Sonra orada satmaya başladım ve Nişantaşı'na kadar gittim. Nişantaşı'nda bir firmayla çalışmaya başladım. Ama bu arada da hep fuarlara katılıyordum.
Ben İzmir Fuarından döndüm. Eşim Kırklareli'ndeydi. O arada Güral Otel'den dükkân ayarladım fakat aklım hep eşimdeydi. Yalnızdı, rahatsızlanırsa diye çok endişeleniyordum. Kalktım Kırklareli'ne yanına gittim. “Mehmet ya Düzce'ye döneceğiz ya da ben buraya geleceğim” dedim. Mehmet'i görmeye, geri getirmeye gitmişken orada daire kiraladık. Bir yataklık kanepe, küçük televizyon, yorgan aldım. Hemen Düzce'ye dönerek önemli eşyalarımı kargoyla Kırklareli'ne yolladım, arkasından da ben gittim. Sabahlara kadar çalışıp evin bir eksiğini alırdım. Alt tarafı bir rende ama o bile yoktu. Allah yardım etti. Bir gün iş aramadım. Hep teklif geldi. Eşimin dostumun çok yardımı oldu. İzmir'deki fuara ancak firmalar katılabilirmiş. Bunu bilmiyordum. Sağ olsunlar, kendi firmaları üzerinden benim oraya katılımımı sağladılar ancak isim lazımmış. Kızımın adı Hayat ya, “Life Takı” olsun dedim. İlk İzmir'de kondu adı. Depremden önce eşimin sayesinde son derece lüks bir hayatım vardı ama hiçbir şey o zamanlar beni bu derece mutlu etmedi. Yaptığım her şey beni çok fazla mutlu ediyor. Kendi yaptığın çok başka bir şey. O özgüven harika!
TAKIDAN KIYAFETE…
Sevginar SALİ: Silivri'ye gelişiniz nasıl oldu?
Nazan ÖZTÜRK: Yılbaşında, uzun bayram tatillerinde Klassis Otel'e gelirdim. Orada işlerim çok iyi giderdi. Dükkân tutmayı düşündüm. Mehmet'in çok hoşuna gitti. Hep hayal ederdik, emeklilikte bir sahil kasabasında oturmayı… İlk önce geldik evimizi tuttuk. Bu dükkânı gösterdiler bana. Dükkânın önündeki simitçiden simit alıp oturdum ve dükkânı seyrettim. “Mehmet bu dükkân iş yapmaz” dedim ve ben 2 sene sonra burayı tuttum. Buraya taşındıktan sonra dükkân bulamamıştım. Zaman geçiyordu, bir an evvel dükkân tutmam lazımdı. Burası sadece takı dükkânıydı. Sonra kıyafete başladım. Kıyafetler organik boya, doğal, ev işi. Tamamen dokuma kumaş ve Türk Malı. İlk başlayışım İstanbul'daki bir firmayla oldu. Etnik Esintiler firması bana bayilik vermek istedi. Üstelik teminat karşılığında hiçbir şey talep etmediler. Ben şoklardaydım. Ve kendi sayfalarına Silivri Bayisi diye yazdılar. En kötü günlerimde hep yanımdaydılar. Kızımı kaybettiğimde çok büyük destek oldular. Onların yanında bu maddi şeyler hiçbir şey.
“ÇOK ÜZÜLDÜĞÜM
GÜNLER OLDU AMA
ALLAH BENİ
HİÇ SIKMADI”
Sevginar SALİ: Takılarda farklı bir tarzınız var. Ne hissederek hazırlıyorsunuz?
Nazan ÖZTÜRK: Satarken beğenilerek alınması çok büyük mutluluk benim için. Her takıya, “Allah'ım bu kime nasip olacaksa ona mutluluk, uğur, sağlık getirsin. En güzel günlerde kullanmayı nasip etsin” diye başlarım. İnanıyorum, çok içten dua ediyorum. Kızımdan sonrakilerde gözyaşım var ama yine hep dua ediyorum. Çalışırken bazen hüzünleniyorum. Aklıma bir şeyler geliyor tabi. Gözyaşım damlamasın diye dikkat ediyorum. Çok zor. O benim yaptığım her şeyle çok mutlu oluyordu.
İPEKÇİ OTANTİK FİRMASININ FABRİKA SATIŞ MAĞAZASI
Çok üzüldüğüm günler oldu ama Allah beni hiç sıkmadı. Hep yapacağım dedim. Mesela bu sene İpekçi Otantik firmasının fabrika satış mağazalığını aldım. Kıyafet işine de devam etmek istiyorum çünkü herkes çok memnun. Doğal oluşu çok güzel, boya çıkarması yok. Modeller çok güzel, el işili.
Sevginar SALİ: Hayalleriniz var mı?
Nazan ÖZTÜRK: Olmaz mı? İki tane torunum var, bütün hayallerim onlar üzerine.
Sevginar SALİ: KAGİDER'le tanışmanız nasıl oldu? Üyesi olmaktan ne hissediyorsunuz?
Nazan ÖZTÜRK: Çok mutluyum ama etkinliklerine katılamamaktan dolayı da bir o kadar üzgünüm. Çok isterdim devamlı bir arada olmayı. Yalnız çalıştığım için dükkânı başkasına teslim edemiyorum. Aralarında olmaktan çok mutluyum. Hepsini tek tek çok seviyorum.
Sevginar SALİ: Kadınlara nasıl bir mesaj vermek istersiniz?
Nazan ÖZTÜRK: Daha çok genç kızlara seslenmek istiyorum. Tahsillerini bitirmeden evlilik düşünmesinler. Bana yardım eden benim el becerilerimdi. Ekonomik özgürlüğü kesin şekilde ellerine alsınlar ve hayata atılsınlar. Çalışsınlar. Kadınlar da boş durmasın. Oturmanın sonu yok.
Haber MERKEZİ