Yazıcı’dan Atatürk şiiri

Yazıcı’dan Atatürk şiiri

08.11.2023 11:06:26

AK Parti Meclis Üyesi Celalettin Yazıcı, Kasım meclisinde Mustafa Kemal Atatürk için kaleme aldığı şiiri paylaştı.

Silivri Belediyesi'nin Pazartesi günü düzenlenen Kasım ayı meclisinde gündem dışı söz alan AK Partili Celalettin Yazıcı, “Uçurumun kenarında” başlığı ile kaleme aldığı şiiri seslendirdi.
Yazıcı'nın şiiri aynen şu şekildeydi: “Geçmişin utancı ve geleceğin umutsuzluğu kaplamıştı tüm bedenini. Asırlardır örselenmişti bedeni ve şımartılmamıştı ruhu… Öyle çaresizdi ki…
Uçurumun tam kenarında, kendini boşluğa bırakacaktı kadim * delikanlı… O an tüm geçmişi şerit bir bant gibi geçti gözünün önünden. Aslında ne kadar da mutlu ve huzurluydu yüzyıllar önce. Şimdi, oysa şimdi… Artık o günlere dönmek imkansız gibiydi, hayali bile acı veriyordu.
Öylece kendini boşluğa bırakma hissi tüm bedenini kaplamıştı ki; aniden dört nala gelmekte olan bir atın nal şakırtısı kulaklarında çınladı. Bu duyduğu ses de ne idi? Gerçek mi, yoksa bir sanrı mıydı? Zihni ona bir oyun mu oynuyordu? Geri dönüp baksa mıydı yoksa sükut içinde kendini bu uçurumun kenarından boşluğa mı teslim etseydi?
Zihni bu iki düşünce arasında gidip gelirken bileğini kavrayan çelik bir el ölümle kalım arasındaki bu bocalama anını birdenbire bitirivermişti. Omzunda siyah pelerini, zihnini delen mavi gözleri, güven veren vakur duruşuyla karşısındaydı. Pelerinin bir insana ancak bu kadar çok yakışacağını düşünüyordu ki sarı saçlı bu adam:
-“Dur çocuk”, dedi.
İnsanın içine huzur ve güven telkin eden bu sesi duyup da kayıtsız kalmak mümkün müydü. Adım atmayı denedi ayakları hareket etmiyordu. Elini kaldırmayı denedi yapamadı. Adeta hipnotize olmuş gibi yerinde çakılı kaldığını hissetti. Bu sesi daha önce de duyduğunu düşündü, tanıdık bir sesti, hafızasını zorladı ama bir türlü bu sesi hatırlayamadı.
Yorgun ve bitkin bir ses tonuyla:
-Sen, diyebilmişti ki…
Karşıdaki adam sanki zihninden geçen tüm düşünceleri okumuşçasına, konuşmasına fırsat vermeden devam etti:
-Benim, dedi. Mustafa!
Seni yüzyıllardır tanıyorum çocuk,
Bu umutsuzluk bu çaresizlik senin kaderin değil.
Sen ki;
Beşikler vermişsin Nuh'a
Salıncaklar hamaklar
Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır
Atom güllerinin katmer açtığı
Şairlerin bilginlerin dünyalarında
Kalmışsın bir başına
Binlerce yıl sağılmışsın
Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
Öyle yıkma kendini
Öyle mahzun öyle garip
Yürü üstüne üstüne
Tükür yüzüne celladın
Fırsatçının fesatçının hayının
Dayan kitap ile
Dayan iş ile
Tırnak ile diş ile
Umut ile sevda ile düş ile
“Merak etme çocuk;
“sana ait olmayanlar geldikleri gibi giderler.” dedi.
Çelik bileğini çocuğa doğru uzatarak onu atının terkisine aldı ve meçhule doğru iki ebedi dostun dörtnala yolculuğu başladı.
İlk durak Amasya;
Siyah pelerinli adam Amasya'da:
- Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır, dedi.
Ve Sivas'ta;
Karakalpaklılar oradaydı,
Abalılar
Efeler
Nartlar ordaydı
Aksaçlılar
Canlar oradaydı
Ve
Uzun eğri burunlu ve konuşmayı şehvetle seven
Sırtı lacivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin zaferi için
Hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin
Bir şarkı söyler gibi ölebilenler, hepsi oradaydılar.
Hepsi hürriyet ve ümit su ve rüzgardılar.
Ve siyah pelerinli adam orada Manda ve Himayeyi reddetti.
Ve hep bir ağızdan hepsi de manda ve himayeyi reddettiler.
Çelik yürekli adamın;
“Ya istiklal ya ölüm!” emrini duyduğunda sesindeki kararlılığın tüm bedenini titrettiğini fark etti.
Çocuk, tekrar bu sesi hatırlamaya çalıştı hatırlayamadı. Kimdi bu adam?
Ve Sakarya'da…
- “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaş kanıyla sulanmadıkça terk edilemez”, dedi.
Çocuk, tekrar bu sesi hatırlamaya çalıştı. Kim di bu adam?
Sonra Dumlupınar'da:
- “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir” dedi.
İçini bir coşku kapladı çocuğun, anlatılmaz bir heyecan. Sisli düşüncelerinin ardında bir gurur, ruhunun derinliklerinde kazanılmış zaferin coşkusunu hissetti.
Ve her şey bittikten sonra, Misak-ı milli içinde, bağımsız devletin başkenti Ankara'da:
-“Uçurumun kenarında yıkık bir ülke… Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar... Yıllarca süren savaş… Ondan sonra içeride ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet… Ve bunları başarmak için aralıksız devrimler…”
Çocuk tekrar bu sesi hatırlamaya çalıştı.
Ne kadim sesti bu!
Tarih 8 Kasım 1938…
Yetmiş bir numaralı odada tam bir yas havası...
İki kapılı, dört pencereli bu odada. Bronz işlemeli bir ceviz karyola, gardırop ve komodin, duvarları açık yeşil üzerine yıldızlar ve çiçeklerle süslü bir kağıt, ceviz karyola üzerinde keten işleme beyaz bir örtü, mavi bir yorgan ve pencereleri atlas perdeli.
Yatağının hemen karşısındaki duvarda asılı bulunan ve ona doğduğu Rumeli topraklarını hatırlatan “Dört Mevsim” tablosu... Hani ölümün yaklaştığı günlerde sürekli incelediği ve “Her şeyi bırakalım, oraya, ormanlara gidelim çocuk ” dediği tablo...
Saat ise, yatağının başucunda…
Ebedi bir uykuya hazırlanmakta olan siyah pelerinli adam, Çocuk 'a gülümseyerek baktı ve “Aleykümesselam” dedi ve gözlerini bir daha açmamak üzere yumdu.
Çocuk'un içini acı bir hüzün kaplamıştı. Onu uçurumun kenarından çekip alan, Ona zaferin gururunu yaşatan, başarmanın, büyümenin hazzını tattıran bu çelik yürekli adam yok muydu artık. Tekrar uçurumun kenarına sürüklenmesi kaçınılmaz mıydı?
İşte o an Çocuk birden bire bu sesin sahibini hatırlayıverdi.
Artık içini kaplayan hüznün yerini tatlı bir tebessüm ve sonsuz bir güven duygusu almıştı.
Evet, evet bu O'ydu!
O, bin yıl önce oku şaşmaz Alparslan, beş yüz yıl önce ‘Herkes inandığı gibi yaşasın' diyen Mehmet ve şimdi de ‘Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse, bilimi seçin' diyen Mustafa'ydı.
İsimleri farklı da olsa ruh hep aynıydı,
İhtiyaç olursa bir gün, O yine gelecekti.
Çocuk, Anadolu bunu çok iyi biliyordu.
“Muhtaç olduğu kudret damarlarındaki asil kanda mevcut 'tu…
Sevginar Sali

YORUM YAP