Özümüzü bilmiyoruz, öylesine körüz ki kendi gerçeğimize ve o kadar korkuyoruz ki kendi derinliklerimizden, gözlerimiz hep başkalarının üzerinde!
Fark arıyoruz hep ve hep açık arıyoruz... Kendimizi tanımlamak ve anlatabilmek için fena halde 'öteki'ne ihtiyaç duyuyoruz. Oysa ki kendimizi 'kendi kendimize' keşfetmeyi öğrensek, öteki bizim için sadece merak edilen olacak. Ötekini bir zenginlik, yalnızlığımızı renklendirecek bir yoldaş olarak göreceğiz... Ama olmuyor işte. Yapamıyoruz…
***
Evet kendimden söz ediyorum ama seni de anlatıyorum. Senin içinde de benzer paradigmalar çokça ve sıkça yaşanmıyor mu?
Hep kendimizi tanımlamak için bizden farklı olan, belki de marjinal gelen birileri gerekiyor. Bi düşün!
Ötekilerin yaptıklarına bakıp, yaşam tarzını küçümsediğimiz insanları düşün... Kınadığımız ve hatta alay ettiğimiz öteki insanları.
Dışlıyoruz. Lanetliyoruz. Sonunda bu 'işaretlediklerimiz'i gösterip, 'Ben var ya..' diyoruz. 'Ben asla bunun gibi...' İşte ben böylelerine…'
Bir kerecik kendine “Nasıl söyleyebilirsin böyle bir şey? Nasıl böyle bir iddiada bulunabilirsin? 'Bu ne şuursuzluk!'” diyebilmeyi öğrenebilsek.
***
Okullar açıldı ya! Öğretmenler birkaç zaman sonra eğittiklerini sandıkları ya da öğrettikleri şeylerden sınavlara başlayıp notlar ile öğrenci üzerinde baskı oluşturmaya başlayacaklar ya! İşte en büyük ders kendimizi tanımayı ve başkalarını ötekileştirmeden anlayabilmeyi öğretseler keşke.
Ötekinin vücuduna sahip olmadan nasıl onun hormonlarına sahip olacaksın?
Ötekinin hormonlarına sahip olmadan nasıl onun hissettiklerini hissedeceksin?
Ötekinin hissettiklerini hissetmeden nasıl onun algısına sahip olacaksın?
Ötekinin algısına sahip olmadan nasıl onun dünya görüşünü anlamlandırabileceksin? Ötekinin dünya görüşünü anlamlandırmadan nasıl onun eylemlerini yargılayacaksın?
Hissettiklerini ve amacını bilmeden nasıl karar vereceksin yaptıklarının iyilik değil de kötülük olduğuna?
***
Yaşam denen dünya tiyatrosunun gerisinde kocaman bir reji var. Senaryomuzu kendimiz yazıyoruz. Yargıladığımız kişi ve olayların neden bizden çok da uzak olmadığını anlamak için uğraş vermiyoruz. Kınıyoruz ama kınadığımız şeylere dönüştüğümüz bir lanet içinde kıvranıyoruz farkında olmadan. Bu lanetten kurtulmanın yolu var elbet. Yargılarımızı elimizden geldiğince geride bırakmak ve tılsımlı kelimeyi unutmamak. 'Ben asla...' İşte bu sözden vazgeçmek. 'Ben asla' kadar bilinçsizce ve cahilce edilen çok az söz vardır ve hayat, bütün 'asla'larımızı bize tek tek yedirecektir, emin olun.
***
‘Bile isteye kimsenin hakkını yemedim.'
‘Kimsenin malında, yerinde gözüm yok.'
Bu sözleri sıkça söyleriz aile bireylerine yakın dostlar ile sohbetlerde.
Yine de 'Ben asla çalmam' diyebilir misin? Mülteci konumuna düşmeden, açlıkla terbiye edilmeden ne yapacağını bilemediğin çaresizlik içinde kalmadan bunu söylersen yalancısın.
‘Bilinçli olarak bir canlıya hiç zarar vermedim' diyebilir misin? 'Ben asla kimseyi öldüremem' deme. Eğer sevdiklerinin canı, ülkenin geleceği söz konusu ise, birini öldüremeyeceğine dair söz verme. Bir ilahi düello var inancımıza göre…
Yargılayan bütün zihinler yargıyla, zulmedenler zulümle, iftira edenler bir gün iftira ile sınanacaktır. Silahını sen seçersin. Cezalandırılacağın unsura kadar sen seçersin.
Hal böyleyken, ardına yaslanan iki dakika ve geçir aklından doğru bildiğin yanlışları ve yeni bir hayata başla sıfırdan. Yemin ederim çok kolay.