Sevginar Sali

Yer, gök sarsılırken...

Hangisi daha sarsıcı gündemimizdeki gelişmeler mi, ayaklarımızın altında zangırdayan yer mi? Ayağımızın toprağa değdiği yok; binalardan kurulan modern kafeslerde geçiriyoruz adına “ömür” denilen vademizi : ) Jet hızıyla kurumlar el değiştiriyor, bu işin sonu ülkenin el değiştirmesine dayanmasa bari…
Giderek şunu bana daha çok düşündürüyor ülkemizde olup bitenler; bize karşı karşıya kaldığımız tehlikenin boyutu ile ilgili gerçekler açıklanmıyor. Kurtuluşumuz saydıklarımız ile felaketimiz gördüklerimiz arasında anlam değişikliğinin temeline inandığımız, güvendiğimiz o kadar çok şeyi betonlayıp gömmek zorunda bırakılıyoruz ki…
Hani birilerini hepimizin bulunduğu gemiyi batırmakla suçluyoruz ya; deli mi bu insanlar, niye bindikleri dalı kesiyor diye çok merak ediyorum… Sonra Çerkezköy ile Silivri arasında yapılması gündemde olan santrale ilişkin tüm izinlerin alındığını duyuyorum… Geleceğimiz, yaşam hakkımız tehdit altındayken, düşünce ve ifade özgürlüğümüz kuşa çevrilmişken neyi korumak, neden korktuğumuz için susuyoruz ki biz!?
***
Olay gerçektir, Elazığ'da geçer, 1960'lı yıllar… Elazığ Akıl hastanesinden personelin bir ihmali sonucu bütün deliler kaçar, Elazığ'ın cadde ve sokaklarına dağılırlar. Toplam 423 deli kaçmıştır. Mülki makamlar panikler, Başhekime koşup "Doktor bey ne yapalım?" diye sorarlar. O zamanın ünlü doktoru Mutemet Bey hastanenin başhekimidir. Mutemet Bey, "Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin" der. Doktor önde birkaç personeli arkasında Karatrencilik oynayarak bütün Elazığ'ı "çuf çuf" nidalarıyla dolaşırlar. Başhekimin tahmini tutmuştur, bütün deliler bu kuyruğa girer vagon olurlar. Lokomotif, yani başhekim Mutemet bey yönünü hastaneye çevirince tüm kaçan deliler geri dönmüş olurlar. Sorun çözüldüğü için Mülki makamlar ve doktorlar, trencilik oynayıp hastaneye döndükleri için de deliler hallerinden çok memnundur.
Ancak esas sorun akşam yoklama yapıldığı zaman ortaya çıkar; Hastaneye trencilik oynayarak gelenlerin sayısı 612 kişidir.
***
Düşünsenize ya bu olay günümüzde yaşanmış olsaydı?
Yer, gök sarsılıyor halen daha çok az kişi olup bitenleri önemseyip, üzerine gerçek manada kafa yoruyor…
Kendime mukayyet olamayacağım, bir fıkrayla bugünlük köşe yazarlığı sıramızı savmak istiyorum; hepimizin hayrına…
***
Başbakan, sabık Başbakan'dan görevi devralırken 3 zarf bulur çekmecede. Üzerlerinde 1-2-3 yazmaktadır. Bir de not "Sıkıştıkça birini aç"… Bir süre cicim günleri geçince sıkışır. İlk zarfı açar "Benim zamanları kötüle" yazmaktadır… Başlar "Enkaz devraldık" edebiyatı…
Bir süre böyle idare ettikten sonra millet bunu yememeye başlayınca ikinci zarf açılır, içinden "Çevreni kötüle" tavsiyesi çıkar... Başlar "Çevremdekiler engel oluyor, iş yaptırmıyor" edebiyatı. Bir süre de böyle idare eder ama çözemez dertleri. Ve 3. zarf açılır… Zarfta şu not vardır; "Zarfları aynen geri yazarak, doldur, masanı terk et ve senden sonrakine bırak…”
***
“YA BİR YOL BUL, YA BİR YOL AÇ, YA DA YOLDAN ÇEKİL!”
Çözüm ne kadar basit formüle edilmiş değil mi?
Yer, gök sarsılırken aklınıza mukayyet olun, gözünüzü açın, zihninizi uyanık tutun benden söylemesi...

YORUM YAP