Hafta sonu geçen haftaya hiç benzemedi. Önceki hafta hava açıktı, güneşi gören sokağa fırlamıştı… Sahilde adım atacak yer yoktu… Kayıkların bulunduğu denize doğru bakıyorum. Gördüğüm, orada da insanlar kıpır, kıpır, kimi kayığına boya yapıyor, kimi motorunun bakımına odaklanmış durumda...
***
“14 Şubat Sevgililer Günü” bir önceki haftaydı.
Dediğim gibi o gün, Silivri Sahilinde birilerine çarpmadan yürüme şansınız yoktu. Sahildeki, lokantalar ve balık satış yerleri tıklım, tıklımdı…
Uzun zamandır böyle bir kalabalık görmemiştim.
***
Sahildeki bu kadar kalabalığın nedenlerinden biri de, Silivri Belediyesinin çiçek dağıtmasıydı. Çiçekler saksı içinde, öğleye doğru dağıtmaya başlamışlar. Saat 13.00 sıralarında geldim “çiçekler bitti” dediler.
Herkesin elinde sarı, kırmızı, lacivert menekşeleri görünce özenmedim desem yalan olur…
Kendi, kendime ‘Yarın Pazartesi pazardan alırım' dedim.
***
Belediyenin, fotoğraf çektirmek için koymuş olduğu “Silivri'de Aşk Güzeldir”, “Silivri'de Yaşamak Güzeldir” stantları.
Orada da inanılmaz bir kalabalık vardı.
Büyük çoğunluğu Silivri dışından olduğunu tahmin ettiğim o insanlar, bu günde, bu güzel anı, çoluk çocuk birlikte ölümsüzleştiriyorlardı.
***
Son olarak, ‘Silivri'de siyasetin' ne alemde olduğuna bakalım isterseniz.
Cevabım yine “iki seksen yerlerdeydi', olacak.
Yurdun her köşesi kaynıyor, ortalık yangın yerine dönmüşken siyasetin Silivri'de yerlerde olma nedeni de olayların Silivri dışında olması. O zaman da siyaseti Genel Merkezlerin üsleniyor olması…
Demem Silivri siyasetçileri bir anlamda “işsiz” sayılır. İşsiz olduğu için de sosyal medya üzerinden gündem oluşturmaya uğraşıyorlar…
Normal dönemlerde benzer paylaşımlar yalnız ilgilisini ilgilendirirdi, kişi karşı düşüncede olsa bile “onun görüşüdür” der geçerdi oysa bu gün sosyal medya üzerinden paylaşılan bir sözden, bir görüntü üzerinden kıyametler kopuyor. Yani, hiç hayra yorulmuyor…
***
Siyasetin duayenleri “silahın, şiddetin öne çıktığı durumlarda siyaset olmaz, yapılamaz” derlerdi. İşte tam da bu günler için söylenmiş bu söz…
Neyse ki Silivri hiçbir zaman şiddete prim vermedi. Her zaman sakin bir yerdi.
Siyaseti de o mantıkla yaptı…
***
Doğup büyüdüğüm ve burada yaşadığım, burada yaşlandığım için söylemiyorum ama gerçekten Silivri güzel bir yer.
İyi haftalar…
NE GÜNLERDİ BE…
Hava soğuk ama güneş tepemde.
İlkbahara benziyor, sanki Nisan veya Mayıs ayındayız.
Bir dönem Silivri'nin en büyük işletmesi olan Silivri Yem Sanayi A.Ş. Yem ve Un Fabrikası çalışanlarından biri ve işletme sahibi birlikte çay içiyoruz. Öyle böyle değil Yem Sanayiinin ilk açılışında tanıdığım biri, geçmişte birçok şeyi paylaştığım bir dost Turan Yürük.
Havadan, sudan bahsederken, Yem Sanayi'nin kuruluşundan ilk açılışına kadar gittik. Yıl 1970 gibi… Muhabbetimiz Yem Sanayii'nin sona erişine kadar devam etti. İlk kuruluşunda emeği geçenleri saygıyla andık.
İşletmenin, ilk çalışanları olarak, ilk sendikal örgütlenmede emeği geçenleri olarak. Başta İbrahim Usta'yı, Fabrikanın ilk Müdürü Mustafa Bey'i, sonraki müdürü Kadir Baran'ı, Muhasebe Müdürü Neşat Altomruk'u, Muhasebeci İbrahim'i, sendika temsilcisi Yılmaz'ı saygıyla andık…
Ve işletmenin yükselişini duraklamasını ve sona erişine, yani kapanışına sebep olanları lanetlemeden muhabbetimizi bitirdik.
Ha bu arada, fabrikayı kuran, kuruluşuna öncülük eden o zamanın Sanayi esnafından Kemal Aydınlıyurt, Ali Sorucu, Bandırmalı Mehmet, Zahireci İlyas, Süleyman Bilir, Ziya Sarıbaşak, Seydi Erener (Arnavut Seydi) Ahmet Altınçapa'nın kulaklarını çınlattık. İşletmeyi açarkenki heyecanlarını hatırladık. Bir ara Yem Sanayii'nin %51 hissesini toplayan İttihat Değirmencilik'le olan mücadelelerini yad ettik. O anlamda, Sanayi Çarşısında emeği ile geçinen küçük esnafının öncülüğünde kurulmuş olan bu tesisin, Silivri dışından büyük sermaye gurubuna geçmesine karşı ortakların verdikleri savaşı andık.
***
O günlerde, işçilerin, çalışanların lehine olan iş yasasını ve sendikalar yasasının mimarı olan Bülent Ecevit rüzgârı esiyordu… Rüzgâr Silivri'ye kadar gelmişti. O günlerde Turan Usta, İbrahim Usta ve benim de bildiğim tek şey bir iş yerinde “Sendika” olursa işçiler rahat ederdi, daha çok kazanırdı. Özetle, işçilerin lehine olan bir şeydi sendikalı olmak...
Ama hangi sendika hangi dalda faaliyet gösteriyor. Hangi sendika, hangi konfederasyona bağlı bilmiyorduk. Başka bir gerekçe ile o gün işyerinden izin alıp İstanbul'a “İşyerine Sendikayı Getirmek” için gittik. İş yerinden bir tek muhasebeci İbrahim ne için gittiğimizden haberi vardı...
Ve mutlu son; sendikayı işyerine soktuk. O günden sonra mücadelemiz başka şekle büründü. Çünkü artık sendikalıydık. Örgütlüydük. Ne günlerdi be Turan Usta…
ÜLKE MANZARALARI
Düşünüyorum da Suriye egemen bir devlet. Birleşmiş Milletler nezdinde de öyle kabul edilmiş. Birleşmiş Milletlerin gözünde başka devletler neyse Suriye de öyle. O nedenle, Suriye toprakları içinde kim olursa olsun ve şu an içerde cirit atsa bile meşru değildir. Bütün ülkeler nezdinde öyle. Gayet tabii ki kendi kararı ile davet ettiği ülkeler haricinde. Çünkü egemen bir ülke kendi yönetimi kararı ile başka bir ülkeyi belli bir amaç için ülkesine davet etmiş. O ülkenin çıkarı varsa devam etme durumu da vardır. Bir başka ülke, o egemen yönetimin daveti üzerine orada bulunan o “başka” ülkeye “sen orada ne artıyorsun” diyemez. Bir başka mesele de o ülkede yönetime karşı ayaklanmış olan her hangi bir guruba, başka bir ülkenin destek vermesi kabul edilemez. Bu kurallara itirazı olanın başvuracağı yer yine birleşmiş milletler ve onun içinden çıkan meşru kurumlardır. Dünya böyle anlaşmış.
“Esad” diktatörmüş. Olabilir. Bu demektir ki tez zamanda oradan indirilmeli ama bu görev öncelikle Suriye vatandaşının olmalı.
Gel gör ki şu an Suriye ve Irak tam bir deneme tahtası olmuş.
Silah üreten ve dünyayı yeniden parsellemek isteyen tüm ülkeler orada savaşıyor. Ortalık savaşçı kaynıyor. Ve silahların hiç biri bu ülkelerde üretilmiyor.
***
Öylesine günlerden geçiyoruz ki anlamakta zorlanıyorum. Ülkemin içindeki yaşadığımız bir savaş var. Eski Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül'ün deyimiyle “Cumhuriyet tarihinde eşi benzeri görülmemiş günlerdeyiz.” Irak, Suriye'deki görüntüleri biliyoruz.
Ama burası Türkiye.
İlçenin etrafı tanklarla çevrili.
Bakanlık açıklamalarından anlıyoruz, aylardır sokağa çıkılamıyormuş. Bütün Resmi daireler kapalı. Arada bir kolunda çocukları ile evlerden çıkan kadınları görüyoruz beyaz bezleri sopaya geçirmiş bir halde… Sokaklarda yalnız devlete araçlar ve onları kullanan personel var.
Bir ilçede operasyonlar tamamlandı, olaylar bitti filan deniyor. Zannediyorsunuz ki sokağa çıkma yasakları sona erecek ama yok, sona ermiyor. Nedeni “arama taramalar” yapılacakmış da ondan.
***
Kendimi zaman, zaman operasyonlara katılanların yerine koyuyorum. Aylarca süren o stres içinde yaşamak. Bu durumun işine yansımasını düşünüyorum. Sonra, kendimi o sokağa çıkamayanları yerine koyuyorum. Hemen aklıma 12 Eylül 1980 sabahı geliyor, o sabah başlayan ve 17'ye kadar devam eden sokağa çıkma yasağı geliyor. Ve o gün saat 14 veya 15'te yasağı deldiğimizi hatırlıyorum. Fatih Mahallesinde ki Ökeş'in Kahvesinin önüne kümelenmemiz gözümün önüne geliyor.
***
Akşam haberleri izliyorum ve haber kirliliğinin tavan yaptığına karar veriyorum.
Kim kiminle savaşıyor, hangi örgütü kim destekliyor, bizim yöneticilerin müttefiki kim, hangi ülke kiminle beraber, dikkatle izliyor ve çözmeye çalışıyorum ama nafile…
Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyi'nin demeçlerine bakıyorum, birkaç kanaldan dinlemeden demeçlerin ne anlama geldiğini anlamanın imkanı yok…
Hangi kanalın söylediğine inanayım, hangisinin doğru olduğunu anlamam için bulmaca benzeri çalışma yapıyorum adeta…
TAPU VE ECRİMİSİL
Tam 14 Yıl olmuş iktidara geleli.
Hem de tek başına. Hem de ezici bir çoğunlukla.
Ama Tapu Meselesi konusunda bir adım ilerleme yok.
Geçen gün “Tapu Meselesinin 4/3'nü hal etik” demişler.
Çok iyi hatırlıyorum bu lafı, AKP Silivri İlçe yöneticileri 1 Kasım seçimleri öncesi aynisini söylemişlerdi hem de ayni yerde…
Haberdeki fotoğraf karesinde yine o muhtar ve önünde rulo haline getirilmiş tapular.
İletişimin ulaştığı bu noktada o görüntüler algı üzerinden yapılan siyasetinin önemli malzemeleri…
Ayrıca törende “halledildi” diye bahsettikleri “köy içi arsalar meselesi” AKP iktidarında değil ondan önce, kısa süre iktidarda kalan üçlü koalisyon döneminde çıkan bir yasa ile halledilmişti.
***
Her zaman ki gibi “sıfıra, sıfır elde var sıfır” meselesi bu törenler.