Ne keyiflidir otobandan Edirne’ye gitmek. Hele bir şeylere, bir yerlere yetişmek zorunda değilseniz.
Hele keyfine yolculuk yapıyorsanız.
Hele ağzınızın tadı yerindeyse.
Hele baharsa.
Hele kendi kendinize bir türkü tutturduysanız.
Hele içinizde sebebini bilmediğiniz bir sevinç varsa.
Öyle olur ya bazen, gözlerinizi güne bir başka açarsınız, aynada size bakan yüze göz kırpar, eskilerde kalmış, unuttuğunuzu zannettiğiniz bir şarkının melodisini ıslıkla çalar, asansörde karşılaştığınız en suratsız komşunuzun şaşkınlığına aldırmadan gülümser, elinizi omzuna atıp hal hatır sorar üzerine bir de iltifat edersiniz;
“ Bugün çok şık görünüyorsun!”
Sonra da ruhunuzu saran kıpırtıyı adlandırmaya çalışır, akşama kadar boşuna bir mucize beklersiniz...
Mucize; aldığınız nefestir oysa.
Mucize; sebebini bilmeden gülümsemektir.
Daha önce de söylediğim gibi, bu aylarda yolunuz Trakya’ya düşsün mutlaka.
Atlayın önümüzdeki pazar günü keyfine Edirne’ye kahvaltıya gelin mesela, Saraçlar’ı gezin. Fotoğraf makineniz de çantanızda olsun.
Meriç’in kenarında çimenlerin üzerine oturun, sırtınızı akasya ağaçlarından birine yaslayın, ayaklarınızı uzatın...
Yoldan geçen hiç tanımadığınız birini çevirin, fotoğraf makinesini verin eline siz objektife bakıp gülümseyin ki hem onun hem de sizin anlatacak bir hikâyeniz olsun.