Sel, afet derken bir haftayı daha geride bıraktık... Bulutlu havaların ardından, fırtınaya teslim olduk, Allah'tan güneşin kendini hissettirmesi uzun sürmedi…
Fırtına çıkmadan güneşli havanın kıymeti bilinir mi? Allah selden zarar gören herkesin yardımcısı olsun… İnşallah yaralar da en kısa sürede sarılır ve bir daha bu tarz afetler ile karşı karşıya kalmayız…
***
AK Parti'deki gelişmeleri yazma sözü vermiştim… Ayrıntılar şimdilik bende kalsın!
Sadece şunu bilin ki eğri ok asla doğru yol almaz…
Rıfat Kutlu'yu önümüzdeki günler yoğun bir hareketlilik bekliyor…
Ve de Teşkilatı 2019'a taşıyacak yönetimi belirleme sorumluluğu çok ağır…
***
Çok güzel bir yazı ile bu haftayı noktalayalım…
zam/AN-Murat Tali
“Zaman; iki nokta arası uzaklığı tarif etmek için kullanılan bir birimdir. Sözlükte ise “bir işin ya da oluşun içinde geçtiği, geçeceği ya da geçmekte olduğu süre,” olarak tanımlanıyor. İşin açıkçası benim için zaman; geçmişin tüm yaşanmışlıkları, acıları, mutlulukları, hüzünleri, keşkeleri ve hatıralarıyla, geleceğin; hayalleri, umutları, beklentileri ve kurguları arasındaki kalan insanın yaşadığı bir girdaptır…
Evet, zaman bir girdap. Uzayın, her an bir başka yaşanmışlıkla içe büküldüğü ve her durumun bir başka oluşa hizmet ettiği, insanın da tüm bu olup bitene anlamlar yüklediği ve içinde debelenip durduğu bir kavramdan ibaret, zaman…
Zaman, her insanın kendi yolculuğunda kolundaki saat gibidir. Kimine geç kalır, kimine erken gider kimine hiç varamaz, kimindeyse çok fazla içinde kalmıştır. Acılarını tarif etmeye kalksa, ilk olarak zamanla başlar, üç yaşında iken, henüz genç biri iken, okula başlamışken, tiyatro sahnesine çıktığımda, doğduğum andan itibaren diye söz alır kendisinden. Duygularını zamanın içine yayarak yaşar insan.
İnsan, doğduğu andan itibaren fark etmeye başladığı zaman kavramı ile yaşamının orta yerinde evlenir ve onu hayatının tek gerçekliği kılar. Geçmişinde yani fi tarihinde doğması ile başlayan yolculuğu gelecekte bilmediği bir tarihte ölümü ile son bulacaktır. Burada da zamanı yok saymaya başlar. Korkusu, mutsuzlukları ile yaşayamadığı mutluluklarını önüne çıkartır. Hesaplaşma zamanı gelmiştir artık. Yaşamak isteği zamanın bundan sonraki kısmında daha baskın olarak önüne çıkmakta ama o kendince çok fazla geç kalmıştır, yaşam denen bu oyuna…
Yazıya başlarken bahsettiğim iki nokta arasındaki uzaklık kavramı aslında, insanın ölümü ile doğumu arasında geçen süreyi ifade ediyor benim için. Bir maratonun başlangıç çizgisinden harekete geçen insan, bitiş çizgisine varana kadar geçen süreyi hesaplamaktan ve yarışmayı birinci ve ödüllü bitirme sevdasından, geçtiği yerlerdeki bütün manzarayı kaçırmaktadır. Orada bir dağ vardı, denizin dalgalarını duydun mu? Peki, martıların kanat çırpışlarını ve seslerini? Pencerelerden sarkıp sana bakan insanların çığlıkları kulaklarına doldu mu? Rüzgar, tenine dokunup geçtiğinde ve güneş bedenini ısıttığında, terlediğine mi küfrettin, yoksa üşüdüğüne mi lanet ettin? Gece, gökyüzünü dolduran yıldızlara bakmadın mı? Yolunu kaybettiğin için neden hayıflanıyorsun o zaman? Orada bir baykuş vardı, içindeki bilgeyi sana göstermeye çalışan, bu koşunun bir amacı vardı ve sana onu göstermeye çalışıyordu, idrak edebildin mi koşunun amacını? Sona vardığında, ölmüş bir bedenin alacağı ödül ne kadar mutlu eder ki senden sonra gelecekleri? Hiç düşündün mü?
Hiç düşündün mü? Birilerine göstermek için kazandığın ödülün aslında seni senden aldığını? Annen için doktor, baban için avukat, komşun için iyi biri olmak, sevdiğin için sevdiğin şeylerden vazgeçmek, çocukların için ait hissetmediğin bir hayatın içinde mutlu roller oynamak, patronun için daha fazla çalışmak, senin hangi duygunu besliyor, fark ettin mi?
Fark ettin mi? Zamanın senden seni çaldığını? O kadar koşturmacanın, kendini yok saymanın, yüzüne bir tokat gibi inen ve içinden çığlık çığlığa kendini dışarı atan kanserin, aslında seni uyandırmak için senden sana bir hediye olduğunu, fark ettin mi?
Zamanının olmadığı zamanlarda, su bile içmediğini, yemeğini ertelediğini, daha fazla kazanmak için daha büyük bir bedel ödediğini ve daha fazla zaman ayırdığın, evin, arabanın, mobilyaların, kıyafetlerin hepsinin eskidiğini ve yerine yenisini alman gerektiğini ve daha çok çabaya ihtiyacın olduğunu fark ettin mi?
Peki; eskiyen her şey gibi sende eskiyen şeylerin atılıp yerine yenisini koyamayacağını biliyor musun? 1990 model bir arabaya binemeyeceğini ve yenisini almak için fazladan birkaç bin liraya ihtiyacın olduğunu, bunun için de mesai yapılması gerektiğini bilen sen, bütün bu çabalardan sonra kaybettiğin sağlığını almak için bütün servetini satsan geri alamayacağını biliyor musun?
En çokta zaman nedir biliyor musunuz? Zaman denen şeyin olmadığını, geçmişin ve geleceğin olmadığını. Geleceğin bir varsayım, geçmişin ise bir deneyim olduğunu fark ettiğiniz anda elinizde kalan tek şey olan şu anın en geniş ifadesi olacaktır zam/AN…
Zaman içinde zamansızlığı deneyimlemek için, bildiğiniz, öğretilen, dayatılan, zorla kabul ettirilmeye çalışılan tüm bilgilerden, öğretilerden ve size ait olmayan inançlardan özgürleşip kendinizi bulmanız gerek…”