Sevginar Sali

Zehir tacirleri

Geçtiğimiz senenin sonlarına doğruydu, Emniyet Müdürümüz Hakan Çalışkan atanalı birkaç gün olmuştu; huzur toplantısı düzenlendi. Burada aktarılan Emniyetin son bir yıllık çalışması ve geçmiş yıllara dair veri istatistikleri ile gidişat hakkında kıyas yapma imkânı bulduk. Özellikle uyuşturucu ile mücadele konusunda aktarılan rakamlar beni düşündürdü. Çünkü zehir tacirleri ile imtihanımızda o kadar da başarılı olmadığımızı, ne yazık ki giderek onların lehine bir denge bozukluğu yaşadığımızı düşünüyordum.
Son birkaç haftadır Emniyetten, uyuşturucu tacirlerine yönelik takiplerden mutlu olduğumu özellikle belirtmek isterim. Suçlular arasında bir ayrım yapacak olursak bence araba, eşya çalanlar veya dolandırıcılar uyuşturucu tacirlerinin yanında çok bile masum kalıyor! Biri eşya, para çalıyor; yerine gelir… Diğeri gençlerimizin hayatlarını çalıyor ve geri gelmesi imkansız, hadi çok zor diyelim bir şeyi bizden alıyor… Ve uyuşturucunun bir bireyle buluşmasından zarar saniye başı çevresinde kim varsa işlemeye başlıyor; bulaşıcı bir hastalık gibi düşünün… Pek çok bulaşıcı hastalığın tedavisinde başarılı olduğumuz kadar bağımlılıkla mücadelede değiliz.
Bu yüzden Silivri Emniyetinin uyuşturucu ile savaşma azmini, önemsiyorum, çok takdir ediyor ve kutluyorum… Yaşadığımız birçok olumsuzluğun içinde mücadele ve başarma umudumuzu tazeledikleri için teşekkür ediyorum.
Kolaylıklar diliyorum…

VARLIĞINIZI ÖNEMSEYİN, YOKOLUŞUNUZLA YÜZLEŞMEK ZORUNDA KALMAYIN
Bu siyasetçilerin aklı nasıl çalışıyor bazen gerçekten anlamakta zorluk çekiyorum. Referandum kelimesini kamuoyu eskitti, bizim yerel siyasetin bazı aktörleri birkaç sosyal medya paylaşımı dışında daha mevzuya giriş yapamadı ya da yapmadı… “Değişiklik teklifini Cumhurbaşkanı daha yeni onayladı; dur bakalım…” diyenleri de duyuyorum… Ama mademki başka hiçbir derdimiz yokmuş gibi Türkiye gündemi Anayasa değişikliğine kilitlendi, neyin ne olduğu da anlatılsın diye sabırsızlanıyorum… Bugün oyları hakkında karar veren önemli bir çoğunluk değişikliği isteyen ve karşı çıkanlara bakarak, bunun etkisinde saffını belirliyor. Araştırıp da aklına yatan ve yatmayanlardan oluşan bir azınlık da var tabi… Seçimlerde partilere göre bölünmeye alışığız da bu referandumda MHP'nin durumu ortada, AK Parti çizgisiyle yol ayrımında olanlar malum, Sağ ve Sol cephelerinde daha önce görmediğimiz saflaşmalar yaşanıyor. CHP'ye kızıp da oy vermeyenlere alışığız, AK Partinin politikalarına “Bu kadar da olmaz” deyip karşı çıkanları 7 Haziran'dan itibaren yeni yeni tecrübe etmeye başladık.
İnsan çok enteresan bir varlık… Diğer tüm canlılardan onu ayıran en önemli özelliği düşünüyor olması… Neye inanmak istediğini her şeye rağmen kendi seçiyor aslında… Sonra bu görüşünü, duruşunu destekleyecek doneleri bekliyor… Biriktiriyor… Karşı düşünceyi öğrenmekten, takip etmekten biraz da kaçınıyor bu süreçte; kafası karışmasın diye… Başarılı siyasetçi vatandaşa kafasındaki kalıpları yıkacak ölçüde ulaşmayı ve etkilemeyi başarandır. Vatandaş vermiş olduğu kararı kesinleşmeye yetecek kadar argüman bulursa, karşı görüşün etki alanına girmeden sandığa ulaşırsa ilk kararını sandığa yansıtıyor. Karşı görüşle etkileşim olup, başarı kaydedildiyse  her şey değişebilir…
Çok az insan gerçeğin peşinde, fazla kişi inanmak istediği şeyde sahte bile olsa huzuru arıyor… Hiçbir gerçek; içinde ne barındırıyorsa barındırsın, bir yalan kadar zarar verici olamaz… En kötü yalanlar da hangileri biliyor musunuz? Başkalarının bize söyledikleri değil, kendi kendimize söylediklerimiz…
“Yalan olmasa bu hayat ne olur?” diye ben de kendi kendime soruyorum, sizin de sorma, hatta isyan etme hakkınız var; kabul ediyorum… İşte biz böyle kaybede kaybede, kayboluyoruz… Diyorlar ya “Filancayı kaybettik, Hakkın rahmetine yürüdü…” Başka çıkar yolumuz kalmayınca, ebediyette yolculuk! Biz kalp krizi, kanser gibi hastalıkların bizi öldürdüğüne inanmayı tercih ediyoruz ya onlar bedenimizi öldürmeden, ruhumuzu çoktan teslim ettiğimiz gerçeğini de ıskalamayın…
Çok fazla ölümden söz etmedim aslında; yaşama şansınızı arttırın diye gözünüzü açmaya çalışıyorum… Zor hayatı, kolay yaşayın diye çabalıyorum; sanki kendim becermişim gibi… İnsan toplumsal bir varlık olduğu için bireysel kurtuluş diye bir şey yok; ya hep birlikte ya da hiçbirimiz hesabı…
Ya da “deli saçması” deyip çevirin gazetenin sayfası… Ben bunları sizinle paylaşmasam, delireceğim asıl : ) Bir gün düşüncelerimi kendime saklamak zorunda kalsam birkaç aya ruhum, ardından bedensel iflasım cereyan eder muhtemelen… Görüşlerinizi aktarın, bilgi verin ve insanları düşünmeye sevk edin, kanaatlerini oluşturmada özgür bırakın, ifade haklarını baskı altına almayın… İletişim çağında, Orta Çağı zihniyeti işlemez!
Düşünmeyen insan topluluğu aslında yok olmuştur. Olmayan bir şeyin yönetimi de yoktur, şeklini tartışmak boşuna! “Düşünüyorsam öyleyse varım...” Kendi varlığınızı önemseyin, yok oluşunuzla yüzleşmek zorunda kalmayın… 
İyi haftalar...

YORUM YAP